kur’ân-ı kerîm vakta ki
(1)
Gho
óo
Ñr
YG ¢ o
SÉs
ædG Én
¡ t
`jn
G BÉ n
j
(ilâahir)
emriyle insanları ibadete davet etti, sanki lisan-ı hâl ile,
“niçin ibadet yapalım? İlleti nedir?” diye sorulan suali,
kur’ân-ı kerîm,
(2)
r
º o
µ
n
? n
?n
N …/
ò s
dG o
º o
µ
s
H n
Q
cümleleriyle ce-
vaplandırmak üzere sâniin vücud-i vahdetine dair bür-
hanları zikretmeye başladı.
ó
®
ò
Mukaddeme
Ateşin dumana olan delâleti gibi, müessirden esere
yapılan istidlâle
bürhan-ılimmî
denildiği gibi; dumanın
ateşe olan delâleti gibi, eserden müessire olan istidlâle
de
bürhan-ıinnî
denir. Bürhan-ı innî, şüphelerden daha
salimdir.
Bu ayetin, sâniin vücut ve vahdetine işaret eden delil-
lerinden biri de,
inayetdelili’
dir. Bu delil, kâinatı ve kâ-
inatın eczasını ve envaını ihtilâlden, ihtilâftan, dağılmak-
tan kurtarıp, bütün hususatını intizam altına almakla kâ-
inata hayat veren nizamdan ibarettir. Bütün maslahatla-
rın, hikmetlerin, faydaların, menfaatlerin menşei bu ni-
zamdır. Menfaatlerden, maslahatlardan bahseden bütün
âyât-ı kur’âniye, bu nizam üzerine yürüyor ve bu nizamın
tecellisine mazhardır. Binaenaleyh, bütün mesalihin, fe-
vaidin ve menafiin mercii olan ve kâinata hayat veren
ilâahir:
sona kadar, sonuna kadar.
illet:
sebep, gaye.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
intizam:
düzen, düzenlilik.
istidlâl:
akıl yürütme, delil getir-
me.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
Kur’ân-ı Kerîm:
Kur’ân; Hz. Mu-
hammed’e vahiyle indirilen en
son İlâhî kitap.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
maslahat:
uygun iş, faydalı iş.
menafi:
menfaatler, faydalar, ya-
rarlar, çıkarlar.
menfaat:
fayda.
menşe:
esas, kaynak.
merci:
merkez, kaynak, müracaat
edilecek yer.
mesalih:
maslahatlar, faydalar.
mukaddeme:
başlangıç.
müessir:
eser sahibi; tesir eden;
işleyen, hükmünü yürüten.
nizam:
düzen, düzgünlük; kaide,
kanun.
salim:
korkusuz, emin, endişesiz.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
sual:
soru.
tecelli:
belirme, bilinme, görün-
me.
vahdet:
bir ve tek olma.
vakta ki:
ne vakit ki, ne zaman ki,
o zaman ki, olduğu vakit.
vücud-i vahdet:
bir oluş, tek var-
lık; varlığı tek ve bir olan.
vücut:
var olma, varlık.
âyât-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
ayetleri.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
bürhan-ı innî:
hâdiselerden
kanunlarına, neticelerinden
sebeplerine ve eserden mües-
sire olan delil. (dumanın ateşe
delil olması gibi.) kâinatta gö-
rülen eserlerden eser sahibi-
nin varlığına getirilen delil.
bürhan-ı limmî:
tümden ge-
lim; eser sahibinden esere ge-
tirilen delil.
dair:
alâkalı, ilgili.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
delil:
kanıt, tanık, bürhan.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
fevait:
faydalar.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
hususat:
hususlar.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan.
ihtilâf:
ayrılık, bir konuda
farklı görüş ve düşünüş, fikir
ayrılığı.
ihtilâl:
bozulma, karışıklık, in-
tizamsızlık.
1.
Ey insanlar! İbadet ediniz!.. (Bakara Suresi: 21.)
2.
Sizi yaratan Rabbinize... (Bakara Suresi: 22.)
İşaratü’l-İ’caz | 231 |
i
BadeT ve
T
evhid
B
ahSi