EyArkadaş!
o nizamı bulmak için umum kâinatı araştırmaktansa,
şu misale dikkat et; matlûbun hâsıl olur.
gözle görünmeyen bir mikrop, bir hayvancık, küçük-
lüğüyle beraber pek ince ve garip bir makine-i İlâhiyeyi
havidir. o makine, mümkinattan olduğundan, vücut ve
ademi, mütesavidir; illetsiz vücuda gelmesi muhaldir. o
makinenin bir illetten vücuda geldiği zarurîdir. o illet ise,
esbab-ı tabiiye değildir. Çünkü, o makinedeki ince ni-
zam, bir ilim ve şuurun eseridir; esbab-ı tabiiye ise ilim-
siz, şuursuz, camit şeylerdir. Akılları hayrette bırakan o
ince makinenin esbab-ı tabiiyeden neş’et ettiğini iddia
eden adam, esbabın her bir zerresine eflâtun’un şuuru-
nu, Calinos’un hikmetini itâ etmekle beraber; o zerrat
arasında bir muhaberenin de mevcut olmasını itikat et-
melidir. Bu ise, öyle bir safsata ve öyle bir hurafedir ki,
meşhur sofestaîyi bile utandırıyor.
Maahaza, esbab-ı maddiyede esas ittihaz edilen
kuv-
ve-icazibe
ile
kuvve-idafia’
nın, inkısama kabiliyeti olma-
yan bir cüzde birlikte içtimaları iltizam edilmiştir. Hâlbu-
ki, bunlar birbirlerine zıt olduklarından, içtimaları caiz
değildir. Fakat, cazibe ve dafia kanunlarından maksat,
âdâtullah
ile tabir edilen kavanin-i İlâhiye ise ve
tabiat
ile
tesmiye edilen şeriat-ı fıtriye ise caizdir; lâkin, kanunluk-
tan tabiata, vücud-i zihnîden vücud-i haricîye, umur-i iti-
bariyeden umur-i hakikiyeye, alet olmaktan müessir ol-
maya çıkmamak şartıyla makbuldür. Aksi takdirde caiz
değildir.
kavanin-i İlâhiye:
İlâhî kanunlar,
prensipler, Cenab-ı Allah’ın kâinat-
taki kanunları.
kuvve-i cazibe:
çekme kuvveti,
cezp etme kuvveti, çekicilik.
kuvve-i dafia:
defetme kuvveti,
savma kuvveti, iticilik, itici güç.
mahaza:
bununla birlikte, böyle
olmakla beraber.
makbul:
kabul edilmiş, geçerli.
makine-i İlâhiye:
Allah’ın maki-
nesi.
maksat:
kasıt, amaç, düşünce.
matlûp:
talep edilen, istenilen
şey.
misal:
benzer, örnek.
muhabere:
haberleşme.
muhal:
imkânsız, olması mümkün
olmayan.
müessir:
tesir eden, tesirini göste-
ren, eser ve iz bırakan.
mümkinat:
yaratılanlar, mümkün
olanlar, imkân dâhilindekiler, ola-
bilir şeyler.
mütesavi:
birbirine müsavi olan,
eşit olan.
neş’et:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
nizam:
düzen, düzgünlük; kaide,
kanun.
safsata:
boş, temelsiz, asılsız söz.
Sofestaî:
eski Yunan felsefesinde
hiçbir şeyin mutlak hakikatinin ol-
madığı, her şeyin ölçüsünün insa-
nın bilgisine dayalı olduğu inancı-
nı savunarak değerleri ve ahlâkı
sorgulayarak tahrip etmeye çalı-
şan kimse.
şeriat-ı fıtriye:
kâinatta düzeni ve
ahengi sağlayan, bütün varlıkların
uymak zorunda olduğu kanun ve
kuralların tamamı.
şuur:
akıl, bilinç.
şuursuz:
idraksiz, bilgisiz.
tabiat:
kâinatın düzenini devam
ettiren kanun.
tabir:
ifade; deyim.
tesmiye:
isimlendirme, ad verme.
umum:
bütün, herkes.
umur-i hakikî:
hakikî emirler, ger-
çek işler.
umur-i itibar:
itibar edilecek
emirler, uyulacak kanunlar.
vücud-i haricî:
haricî vücut, varlı-
ğı ortaya çıkan, dışarıda varlığı bi-
linen, nesnel.
vücud-i zihnî:
sadece zihinde bir
varlığa sahip olup, dışarıda aslı
olamayan.
vücut:
var olma, varlık.
zarurî:
zorunlu.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
İşaratü’l-İ’caz | 233 |
i
BadeT ve
T
evhid
B
ahSi
adem:
yokluk, hiçlik.
âdetullah:
Allah’ın tabiata
koyduğu yaratılışa ait kanun-
lar.
aksi:
ters, zıt.
caiz:
yapılması veya yapılma-
masında sakınca olmayan, uy-
gun.
camit:
ruhsuz, cansız madde.
cazibe:
cezp edicilik, çekicilik.
cüz:
kısım, parça.
dafia:
def eden, kovan.
esbab-ı maddiye:
maddî se-
bepler.
esbab-ı tabiiye:
tabiî, olağan
sebepler.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
garip:
tuhaf, hayret verici.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya
çıkma.
havi:
içine alan, kapsayan, ku-
şatan.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
hurafe:
dinin aslına uymayan,
sonradan dinî bilgiler arasına
karışmış olan uydurma, batıl
inanış.
içtima:
toplanma, bir araya
gelme.
iddia:
bir fikri ısrarla savunma.
ilim:
bilgi, marifet.
illet:
sebep, gaye.
iltizam:
birinin tarafını tutma,
tarafgirlik.
inkısam:
bölünme, parçalan-
ma.
itâ etmek:
vermek.
itikat:
inanç, iman.
ittihaz:
edinme, kabul etme.
kabiliyet:
beceriklilik, yete-
nek.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.