bir nizam, elbette ve elbette bir nâzımın vücuduna delâ-
let ettiği gibi, o nâzımın kasıt ve hikmetine de delâlet et-
mekle, kör tesadüfün vehimlerini nefyeder.
Eyİnsan!
eğer senin fikrin, nazarın şu yüksek nizamı bulmaktan
âciz ise ve istikra-i tam ile, yani umumî bir araştırmayla
da o nizamı elde etmeye kàdir değilsen, insanların telâ-
huk-i efkâr denilen fikirlerinin birleşmesinden doğan ve
nev-i beşerin havâssı (duyguları) hükmünde olan fünunla
kâinata bak ve sahifelerini oku ki, akılları hayrette bıra-
kan o yüksek nizamı göresin.
Evet,kâinatınherbirnev’inedairbirfenteşekkület-
mişveyaetmektedir.Fenisekavaid-ikülliyedenibarettir.
Kaideninkülliyetiise,nizamınyüksekliğinevegüzelliğine
delâleteder.zira,nizamıolmayanınkülliyetiolamaz.
Meselâ, “Her âlimin başında beyaz bir amâme var.”
külliyetle söylenilen şu hüküm, ulema nev’inde intizamın
bulunmasına bakar.
Öyleise,umumîbirteftişneticesinde,fünun-ikevni-
yedenherbirisi,kaidelerininkülliyetiile,kâinattayüksek
birnizamınbulunmasınabirdelildir.Veherbirfen,nur-
lubirbürhanolup,mevcudatınsilsilelerindesalkımlargi-
biasılıpsallananmaslahatsemereleriniveahvalindeğiş-
mesindegizliolanfaydalarıgöstermekle,Sâniinkasıtve
hikmetiniilânediyorlar.âdeta,vehimşeytanlarınıtard
etmekiçin,herbirfenbirernecm-isakıptır.Yani,batıl
vehimleridelipyakanbireryıldızdırlar.
âdeta:
sanki.
ahval:
hâller, durumlar.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
amâme:
imâme, sarık, başa sarı-
lan sarık.
batıl:
boş, beyhude, yalan, çürük,
hurafe.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
dair:
alakalı, ilgili.
delâlet:
delil olma, gösterme; ala-
met, işaret.
delil:
kanıt, tanık, burhan.
fen:
tecrübî, ispatla meydana gel-
miş ilimlere verilen genel ad.
fünun:
fenler.
fünun-i kevniye:
kâinatla ilgili fen
ilimleri, kâinattaki fizikî, kimyevî
ve hayatî kaidelere dair fenler.
havas:
hasseler, duyular.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
hüküm:
dinî kaide, kural.
ibaret:
meydana gelen, oluşan.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
intizam:
düzen, düzenlilik.
istikra-i tamme:
tam ve etraflı bir
araştırma, detaylı inceleme.
kàdir:
bir işi yapmaya gücü yeten,
kuvvet sahibi olan.
kaide:
kural, esas, düstur.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kasıt:
niyet, düşünce.
kavaid-i külliye:
genel kaideler,
B
akara
S
ureSi
| 232 | İşaratü’l-İ’caz
herkesi ilgilendiren, herkesin
uyacağı kaideler.
külliyet:
bütünlük, umumîlik.
maslahat:
uygun iş, faydalı iş.
meselâ:
örneğin.
mevcudat:
mevcutlar, var
olan her şey, mahluklar.
nazar:
bakış, dikkat.
nazım:
düzenleyen, tanzim
eden, düzene koyan.
necm-i sakıp:
parlak yıldız,
karanlığı yırtarak geçen parlak
yıldız.
nefiy:
inkâr etme, olumsuzla-
ma.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
nevi:
tür, çeşit.
nizam:
düzen, düzgünlük; kai-
de, kanun.
sahife:
sayfa.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
semere:
meyve, güzel netice.
silsile:
birbirini takip eden
şeylerin meydana getirdiği sı-
ra.
teftiş:
kontrol etme, muaye-
ne.
telâhuk-ı efkâr:
fikirlerin bir-
biri peşine gelip birleşmesi,
katılaşması, birbirine eklen-
mesi.
tesadüf:
rastlantı.
teşekkül:
şekillenme, şekil al-
ma, meydana gelme.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
umumî:
genel.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve
esassız düşünce.