*n
G
lâfza-i Celâlinin sarahatle zikri, halkı fazlaca esba-
ba ehemmiyet vermekten zecir ve men etmekle, esbabın
perdesi altında tasarruf eden Yed-i kudreti görmeye fi-
kirleri davet eder.
(1)
n
ABÉ°n
T
fiilinin bir mef’ul ile takyit edilmeyerek mutlak
bırakılması, meşiet ve irade-i İlâhiyenin kâinatın ahvalin-
den müteessir olmadığına ve mevcudatın sıfât-ı İlâhiyeye
tesirleri bulunmadığına işarettir. Yani, beşerin iradesi ve
sair sıfatları, mevcudatın hüsün ve kubuh, büyüklük ve
küçüklük gibi ahvalinden müteessir olduğu gibi, sıfât-ı İlâ-
hiye müteessir olmaz; sıfât-ı İlâhiyeye göre hepsi müsa-
vidir.
“götürmek” manasını ifade eden
n
Ön
gn
P
’den anlaşılı-
yor ki, esbap müsebbebat üzere musallat ve müstevli de-
ğildir. Yani, esbabın irtifaı zamanında esbapla bağlı ve
kaim olan müsebbebatın adem deryasına düşmesi ih-
timali yoktur. Ancak esbabın arkasında hazır bulunan
Yed-i kudret, o müsebbebatı hıfzeder; ve hikmet-i İlâhi-
ye, muvazene ve nizam kanunu mucibince, başka mev-
kilere gönderir, ihmal etmez.
evet, hararet suyu kaynatmakla suyun bünyesini tah-
rip ettiği zaman, o tahrip neticesi vücuda gelen buhar
ademe gitmez. Belki, nizamat-ı havaiye mucibince
muayyen bir mecraya sevk edilir ve muayyen bir mevkie
çıkar, emr-i İlâhîye intizaren, orada durur.
mana:
anlam.
mecra:
kanal.
men:
yasak etme, engelleme.
meşiet:
dileme, irade, istek.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
mevki:
yer, makam.
muayyen:
belirli.
mucibince:
gereğince.
musallat:
çok fazla rahatsız eden,
fazlasıyla üzerine giden ve sata-
şan.
mutlak:
salıverilmiş, başıboş bıra-
kılmış.
muvazene:
iki şeyin eşit olma hâ-
li, denklik, denge.
müsavi:
eşit.
müsebbebat:
bir sebeple olanlar,
sebeple meydana çıkanlar, neti-
celer.
müstevli:
istilâ eden, her tarafı
kaplayan, yayılan.
müteessir:
teessüre kapılan, hü-
zünlü, kederli, mahzun.
nizam:
düzen, düzgünlük; kaide,
kanun.
nizamat-ı hevaiye:
nefis ve heva-
ya yönelik düzenler, tanzimler.
sarahat:
sarihlik, açıklık, belirlilik.
sevk:
yöneltme, gönderme.
sıfât-ı İlâhiye:
Allah’ın sıfatları.
tahrip:
harap etme, yıkma, boz-
ma.
takyit:
kayıt ve şarta bağlama.
tasarruf:
idare etme, kullanma.
Yed-i Kudret:
kudret eli, her şeyi
tutan Allah’ın kudret eli.
zecir:
önleme, yasak etme, yasak-
lama.
zikir:
anma, bildirme.
adem:
yokluk, hiçlik.
ahval:
hâller, durumlar.
beşer:
insan, insanlık.
derya:
deniz.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
emr-i İlâhî:
Allah’ın emri.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
fiil:
iş, oluş, davranış, hareket.
hararet:
sıcaklık.
hıfz:
saklama, koruma, muha-
faza etme.
hikmet-i İlâhiye:
Allah’ın hik-
meti, mahlûkatın yaratılışında
Allah’ın gayeleri.
hüsün:
güzellik.
ihmal:
boşlama, önemseme-
me.
ihtimal:
olabilirlik, olasılık.
intizaren:
bekleyerek, gözle-
yerek.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapma veya yapmama konu-
sunda karar verebilme ve bu
kararı yerine getirme gücü.
irade-i İlâhiye:
Allah’ın irade-
si, Cenab-ı Hakkın dilediğini
yapabilme gücü, kudreti.
irtifa:
yükseklik.
kaim:
yerine geçmek.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kubuh:
çirkinlik.
lâfza-i celâl:
Allah lâfzı, keli-
mesi.
1.
Dileseydi.(Bakara Suresi: 20.)
İşaratü’l-İ’caz | 223 |
m
ünafıklar
B
ahSi