lisanlarda deveran eden ve beynennâs karip ve acip
şeylerde kullanılan ve
hikmetü’l-avam
ve
felsefetü’l-
umum
diye anılan
(1)
o
?n
ãn
e
kelimesi, münafıkların vaziyet-
leri bir ağrube ve kıssaları bir acube olduğuna işarettir.
Bu işaretten, onların sıfatları üstünde nefretin, lisanları
üstünde lânetin ilelebet darbımesel gibi deveran etmek
şanında olduğuna bir remiz vardır.
Sual:
teşbihi ifade eden her iki
mesel
arasındaki
n
?
’nin hazfı belâgatçe daha makbul olduğu hâlde, niçin bu-
rada hazfedilmemiştir?
Elcevap:
Bu makamda edat-ı teşbihin zikri, hazfından
daha beliğdir. zira, sâmi teşbih edatını görür görmez teş-
bihle alâkadar olur; müşebbehü’n-bihte olan her noktayı
müşebbehteki nazirine tatbik eder. Fakat, edat-ı teşbihin
mahzufu takdirde, teşbihten gaflet ederek, her iki tarafı
birbirine tatbik etmek, fikrine gelmemesi ihtimali vardır.
İkinci
mesel
kelimesi ise; ateş yakan o adamın vaziyeti,
efkâr-ı ammece bir darbımesel hükmüne geçmiş olduğu-
na işarettir.
Sual:
Ateşi yakanlar bir cemaat iken, müfret işareti
olan
(2)
…/
ò s
dn
G
ile işaret edilmesi neye binaendir?
Elcevap:
Ferdin yapacağı bir işe cemaatin iştirak et-
mesiyle ziyadelik veya noksanlık hâsıl olmadığı takdirde,
fert veya nevi, cüz veya küll bir olur. Maahaza,
…/
ò s
dn
G
’nin
felsefetü’l-umum:
umumun fel-
sefesi, genel felsefe telâkkisi.
gaflet:
gafillik, boş bulunma, ihti-
yatsızlık, dikkatsizlik.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya çık-
ma.
hazf:
aradan çıkarma, yok etme,
silme.
hikmetü’l-avam:
halkın hikmeti,
ilim anlayışı.
hükmüne:
yerine, değerine.
ihtimal:
olabilirlik.
ilelebet:
ebede kadar, sonsuza
değin.
iştirak:
katılma.
karip:
yakın, yakın olan, uzak ol-
mayan.
kıssa:
baştan geçen olay, macera.
küllî:
umumî, genel.
lânet:
beddua.
lisan:
dil.
lisan:
konuşma dili.
maahaza:
bununla birlikte, böyle
olmakla beraber.
mahzuf:
hazfedilmiş, silinmiş, ye-
rinden kaldırılmış.
makam:
yer, mevki.
makbul:
kabul edilmiş olan, iste-
nilen.
mesel:
örnek, benzer, numune.
müfret:
tekil, teklik.
münafık:
nifak sokan, ara bozucu;
kalbinde küfrü gizlediği hâlde
Müslüman görünen.
müşebbeh:
teşbih edilen, benze-
tilen.
müşebbehü’n-bih:
kendisine
benzetilen.
nazir:
benzer, eş.
nevi:
cins.
remiz:
bir şeye delâlet eden şekil,
alâmet, amblem, sembol.
sıfat:
hâl, sıfat, keyfiyet, nitelik; -
gr. isimleri, renk, sayı, koku, mik-
tar, derece, yer, sıra vb. bakımlar-
dan niteleyen, özelliklerini belir-
ten kelime.
sual:
soru.
şan:
şan, şöhret, ün.
tatbik:
karşılaştırma, kıyaslama,
mukayese etme.
teşbih:
benzetme.
vaziyet:
durum.
zikir:
anma, bildirme.
ziyade:
artma, çoğalma.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
acube:
çok hayret olunacak,
pek acayip, pek garip olan.
ağrube:
en garip.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı
ve tesirli ifade; bir şeyde saklı
bulunan derin anlam.
beliğ:
belâgatle anlatılan, düz-
gün ve sanatlı.
beynennâs:
halk arasında, in-
sanlar arasında.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
cemaat:
topluluk, aralarında
çeşitli bağlar bulunan insanlar
topluluğu.
cüz:
kısım, parça.
darbımesel:
atasözü, vecize.
deveran:
dönme, dönüp do-
laşma.
edat:
bakımlardan ilişkisi olan
kelime.
edat-ı teşbih:
benzetme eda-
tı; gr. tek başına bir mana, an-
lam ifade etmeyen, kullanıldı-
ğı kelimelerle sebep, sonuç,
vasıta, benzerlik vb. bakımlar-
dan ilişkisi olan kelime. (dahi,
gibi, için, kadar gibi.
efkâr-ı amme:
genelin, umu-
mun, düşünceleri, umuma ait
düşünce, kamuoyu.
1.
Durum, hâl. (Bakara Suresi: 17.)
2.
O kimse ki. (Bakara Suresi: 17.)
İşaratü’l-İ’caz | 189 |
m
ünafıklar
B
ahSi