nev-i beşerin dünyaya gönderilmesi daimî bir tavattun
için değildir. Ancak sermayeleri olan istidat ve kabiliyet-
lerini tenmiye ve inkişaf ettirmek üzere ticaret için gel-
mişlerdir. Fakat, münafıklar bu ticaretlerinde sermayele-
rini yatırıp âleme rezil oldular.
Sonra,buayetincümleleriarasındacihet-inazımve
intizamise:
Bu ayetin cümleleri arasında, ticaret üslûplarındaki
tertipler gibi, gayet fıtrî, selis ve muntazam bir tertip var-
dır. Şöyle bir tüccara yüksek bir sermaye verilir; o da o
sermaye ile zararlı ve zehirli şeyleri alır satarsa, o tüccar,
alış verişinin sonunda ne bir fayda görür ve ne de bir kâr
görür. Bilakis, hasaret içinde boğulmakla beraber, kaç-
mak için yolu da kaybeder. İşte münafıkların yaptıkları
muamele de aynen buna benziyor.
Sonra,mezkûrayettekicümlelerinhey’etleriise:
(1)
n
?p
Ä B '
`dho
G
kelimesi, uzaklarda bulunan şeyleri ihzar ede-
rek mahsus ve meşhut olarak göstermek için kullanılan
bir işaret aletidir.
Sual:
Münafıkların
n
?p
Ä B '
`dho
G
ile ihzarlarında ne fayda
vardır?
Elcevap:
onların mezkûr cinayetlerini işiten sâmiin
kalbinde hâsıl olan nefret ve adavet öyle bir dereceye
baliğ olmuş ki, onları gözüyle göreceği ve yüzlerine tükü-
receği gelir ki, yüzlerine tükürmekle kalbi rahat olsun.
münafık:
nifak sokan, ara bozucu;
kalbinde küfrü gizlediği hâlde
Müslüman görünen.
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
rezil:
maskara.
sâmi:
işiten, dinleyen.
selis:
kolay, yumuşak.
sermaye:
varlık, servet.
sual:
soru.
tavattun:
yerleşme, vatan tutma,
yurt edinme.
tenmiye:
artırma, bereketlendir-
me.
tertip:
dizme, sıralama, düzene
koyma.
tüccar:
ticaret yapan, ticaretle uğ-
raşan kimse, tacir.
üslûp:
tarz, yol, biçim, usul, stil.
adavet:
düşmanlık, husumet.
âlem:
insanlar, halk.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
baliğ:
erişmiş, vâsıl olmuş, bel-
li bir dereceyi bulmuş, yetiş-
miş.
bilakis:
aksine, tersine.
cihet-i nazım:
bağlılık ve irti-
bat yönü.
cinayet:
cana kıyma, katl ve-
ya bu derecede ağır bir suç.
daimî:
sürekli, devamlı.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuş-
tan olan.
gayet:
son derece.
hasaret:
hasar, zarar, ziyan.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya
çıkma.
hey’et:
şekil, suret, görünüş.
ihzar:
hazır etme, hazırlama;
mahkemeye davet olunma.
inkişaf:
gelişme.
intizam:
düzenlilik, düzgün-
lük.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kabiliyet:
iktidar, liyakat.
mahsus:
hususî, özel.
meşhut:
gözle görülen, müşa-
hede olunan.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
muamele:
davranma, davra-
nış.
muntazam:
nizamlı, intizamlı,
düzenli ve düzgün biçimde.
1.
İşte onlar. (Bakara Suresi: 16.)
İşaratü’l-İ’caz | 179 |
m
ünafıklar
B
ahSi