cinayetleri ve muhtelif sıfatları arasında hakikî bir irtiba-
tın bulunması şu temsille gösterilmiştir. Ve eyzan, müna-
fıkların muamelelerini hayalin gözü önüne şu temsille
getirmekten maksat, lisanın söylemediği ince cihetleri,
bizzat hayal bakıp görsün ve alsın ki, bir itiraz kalmasın.
sonra, bu temsilin cümlelerinin meali, heyet-i mecmu-
asıyla, münafıkların hikâyelerinin mealine muvafık geldi-
ği gibi, ayrı ayrı da hikâyelerinin cümlelerine uygun gelir.
Evet,münafıklarınhikâyesiböyledir:
zahiren imana
gelmişlerdir. sonra, kalben küfür ve inkâr etmişlerdir.
sonra, hayret ve tereddüt içinde kalmışlardır. sonra,
hakkı talep etmemişlerdir. sonra, o dalâletten rücua
kàdir olmamışlardır ki, hakkı arasınlar.
Temsilinmealiise:
evvelâ, ateş yakmışlardır. sonra, o
ateşi muhafaza edememişlerdir. sonra, ateşleri sönmüş-
tür. sonra, zulmet içinde kalmışlardır. sonra, her şey
onlara görünmez olmuştur. gece vakti ses seda olmadı-
ğından, sanki sağır olmuşlardır. Ateşleri söndüğünde,
âmâ gibi olmuşlardır. Bir muhatap veya bir yardımcıları
bulunmadığından, sanki lâl olmuşlardır. Ve o zulmetten
çıkıp rücua kàdir olmadıklarından, sanki ruhsuz heykel
kesilmişlerdir.
İşte temsildeki cümleler ile hikâyedeki cümleler arasın-
da muvafakat tamamen tebarüz etmekle, aralarında bir
muhalefet kalmadığı tebeyyün etti.
İhtar:
Temsildeki zulmet, hayret, ateş, hikâyedeki küfür,
adem-i sebat ve fitnelerine işarettir.
adem-i sebat:
sebatsızlık.
âmâ:
kör, körlük.
bizzat:
doğrudan doğruya.
cihet:
yön.
cinayet:
cana kıyma, katl veya bu
derecede ağır bir suç.
dalâlet:
dinsizlik, inançsızlık,.
evvelâ:
öncelikle.
eyzan:
yine, öyle, keza, bu dahi,
öteki gibi.
fitne:
dinsizlik, canilik.
hakikî:
gerçek.
heyet-i mecmua:
bir şeyin bütü-
nü, tamamı.
heykel:
taş, tunç, kil ve alçı gibi
maddelerden yontularak, kalıba
dökülerek veya yoğrulup, pişirile-
rek yapılan insan, hayvan, v.s.
şekli.
ihtar:
hatırlatma, bir konuda ha-
tırlatma yapma.
iman:
inanma, itikat.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
irtibat:
bağ, münasebet.
itiraz:
kabul etmediğini belirtip
karşı çıkma.
kàdir:
bir işi yapmaya gücü yeten,
kuvvet sahibi olan.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
B
akara
S
ureSi
| 184 | İşaratü’l-İ’caz
kalben:
kalb ile, kalbden.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı
çevreleyen ezelî kuvveti.
küfür:
imansızlık, dinsizlik.
lâl:
dilsiz, konuşamayan, eb-
kem.
lisan:
konuşma dili.
maksat:
kastedilen şey; gaye.
meal:
mana, anlam, mefhum.
misal:
benzer, örnek.
muamele:
davranma, davra-
nış.
muhafaza:
koruma.
muhalefet:
zıtlık, aykırılık, ay-
rılık.
muhatap:
kendisine hitap
olunan.
muhtelif:
çeşitli.
musibet:
felâket, belâ.
muvafakat:
uyma, uyuşma,
uygunluk.
muvafık:
uygun, münasip.
münafık:
nifak sokan, ara bo-
zucu; kalbinde küfrü gizlediği
hâlde Müslüman görünen.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
rücu:
dönme, geri dönme,
vazgeçme.
seda:
ses, duyulan.
talep:
isteme, dileme.
tebarüz:
belli olma, görünme,
bariz hale gelme.
tebeyyün:
meydana çıkma,
görünme, belli olma, anlaşıl-
ma.
temsil:
misal getirme, özellik-
le öğüt alınsın diye mesel an-
latma.
zahiren:
görünüşte.
zulmet:
karanlık, Allah’ın nu-
rundan mahrum olma hâli.