Veyahut,
(1)
Gƒo
?n
d Gn
P p
Gn
h
cümlesine atıf yapılacaktı; bu ise,
her iki taraftan, yani matuf ve matufü’n-aleyhten maksa-
dın bir olduğunu istilzam eder. Hâlbuki, birinci cümle
amellerini beyan eder, ikinci cümle cezaları hakkındadır.
demek, mahzursuz, münasip bir
matufü’n-aleyh
bu-
lunmadığından, müste’nife olarak, yani mâkabliyle bağlı
olmayarak, mukadder bir suale cevap kılınmıştır.
evet, münafıkların fenalığı ve kötülüğü öyle bir dere-
ceye baliğ olmuştur ki, hâllerine vâkıf olan her ruh,
“Acaba böyle fena olanların cezası nedir? Ve cezaları
verilmeyecek mi?” diye sormaya mecbur olur.
İşte, kur’ân-ı kerîm,
(2)
r
ºp
¡p
H o
Çp
õr
¡n
à°r
ùn
j *n
G
cümlesiyle, şu
mukadder suale cevap vermiştir. demek, bu cümlenin is-
ti’nafı atfından daha mühimdir.
sonra, makamın iktizasıyla, onların istihzalarına karşı
mü’minlerin mukabelede bulunmaları icap ederken, Ce-
nab-ı Hakkın mukabelede bulunması, mü’minlerin teşvi-
kine ve terahhumlarına işaret olduğu gibi; münafıkları da
istihza etmekten zecir ve men etmek içindir. zira, istinat-
ları Allâmü’l-guyûb’a olanlar, istihza edilemezler.
sonra, Cenab-ı Hakkın tenkil ve tazibini istihza ile ta-
bir etmek, şe’n-i ulûhiyete yakışmadığından, istihzanın
lâzımı olan tahkir irade edilmiştir.
allâmü’l-Guyûb:
gaybı bilen, gö-
rünmeyen şeyleri bilen, Allah.
amel:
iş, uygulama, yapma.
atıf:
bağlama.
baliğ:
erişmiş, vâsıl olmuş, belli bir
dereceyi bulmuş, yetişmiş.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
cenab-ı Hak:
Allah; doğru, gerçek,
Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve
azamet sahibi yüce Allah.
fenâ:
çirkin, kötü.
hâl:
durum, vaziyet.
icap:
gerekme hâli, lâzım, gerekli,
lüzum.
iktiza:
lâzım gelme, gerekme.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için
olan iktidar, güç.
isti’naf:
başlama, yeniden başla-
ma, sözün başlangıcı.
istihza:
alaya alma, birisiyle eğ-
lenme, inceden inceye dokundu-
rarak alay etme.
istilzam:
gerektirme.
istinat:
güvenme, itimat etme.
mahzur:
sakınılacak, çekinilecek
şey; engel, sakınca.
mâkabl:
öndeki, üstteki.
makam:
yer, mevki.
maksat:
gaye.
matuf:
ait olan, yöneltilmiş.
matufü’n-aleyh:
bir bağlaç edatı
ile kendisine bağlı olan kelime.
men:
yasak etme, engelleme,
mâni olma.
mukabele:
karşılık verme, karşıla-
ma.
mukadder:
takdir edilmiş.
mü’min:
iman eden, inanan.
münafık:
nifak sokan, arabo-
zucu; kalbinde küfrü gizlediği
hâlde Müslüman görünen.
münasip:
uygun.
müste’nife:
yeniden başla-
yan.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
sual:
soru.
şe’n-i ulûhiyet:
Cenab-ı Hak-
ka ait iş.
tabir:
yorum, yorumlama.
tahkir:
hakaret etme, küçük
görme, şeref ve haysiyetini in-
citme.
tazip:
azap çektirme, eziyet
etme, sıkıntı verme.
tenkil:
uslandırmak için ceza-
landırma, başkalarına ders ve
ibret olacak şekilde ceza ver-
me.
terahhum:
merhamet etme,
acıma.
teşvik:
şevlendirme, heves-
lendirme.
vâkıf:
bir şeyi elde eden, bir
işten haberli olan.
zecir:
önleme, yasak etme,
yasaklama.
1.
Beraberken, birlikteyken. (Bakara Suresi: 14.)
2.
Allah onları istihza eder, maskara eder. (Bakara Suresi: 15.)
B
akara
S
ureSi
| 176 | İşaratü’l-İ’caz