almak gibi şu pis muamelenin –bir nevi ticaret olmakla–
zamanın insanları için esaslı bir meslek olmaya başlamış
olduğuna işarettir.
(1)
Go
hn
ôn
à°r
T p
G
ünvanı ise, münafıkların “
Hidayetiterkedip
dalâletialdığımız,fıtratımızıniktizasıdır,ihtiyârımızlade-
ğildir
” diye yapacakları mazeretin reddine işarettir. evet,
sanki kur’ân-ı kerîm onlara diyor ki: “Cenab-ı Hak,
re’sü’l-mal olarak size uzun bir ömür vermiştir ve ruhla-
rınızda da kemalât istidadatını bırakmıştır ve hidayet-i fıt-
riyenin çekirdeğini de vicdanınıza dikmiştir ki, saadeti
alasınız. Hâlbuki, sizler saadete bedel lezaiz-i fâniye ve
menafi-i dünyeviyeyi alıyorsanız, demek sû-i ihtiyârınızla
dalâlet mesleğini hidayet mesleğine ihtiyâr ve tercih et-
mekle, hidayet-i fıtriyenizi ifsat ve re’sü’l-malınızı da zayi
ettiniz.”
(2)
i'
óo
¡ r
dÉp
H n
á n
dn
Ó°s
†dn
G
münafıkların iki hüsrana maruz kal-
dıklarına işarettir:
Birisi
, dalâlet hüsranıdır;
ikincisi
, hida-
yet gibi büyük bir nimeti kaybetmektir.
(3)
r
ºo
¡o
Jn
QÉn
ép
J r
ân
ëp
Hn
Q Én
ªn
a
: Yani, “
Ticaretlerininkârıolma-
dı.
”
Sual:
Münafıkların bu ticaretlerinde re’sü’l-malları da
zayi olduğu hâlde yalnız kârlarının olmamasından bahse-
dilmesi neye işarettir?
Elcevap:
Akıllı bir tüccarın, kârı olmayan bir alış veri-
şe girişmemesi lâzım olduğuna ve kârı olmamasıyla
menfaatleri.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
muamele:
davranma, davranış.
münafık:
nifak sokan, ara bozucu;
kalbinde küfrü gizlediği hâlde
Müslüman görünen.
nevi:
çeşit.
nimet:
saadet, mutluluk.
re’sü’l-mal:
ana para, sermaye.
saadet:
mutluluk.
sual:
soru.
sû-i ihtiyâr:
kötü seçim, seçme-
nin fenalığı.
ünvan:
ad, isim, lâkap.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şer-
den ayırt etmeye yardımcı olan
ahlâkî duygu.
zayi:
elden çıkmış, zarar, ziyan.
bahsetmek:
söz etmek, anlat-
mak.
bedel:
karşılık.
cenab-ı Hak:
Allah; doğru,
gerçek, Hakkın tâ kendisi olan,
şeref ve azamet sahibi yüce
Allah.
dalâlet:
dinsizlik, inançsızlık,.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç,
huy.
hidayet:
doğru inanç ve yaşa-
yış üzere olmak.
hidayet-i fıtriye:
yaratılıştan
olan hidayet, doğuştan verilen
hidayet.
hüsran:
zarar, ziyan, kayıp.
ifsat:
fesada uğratma, bozma,
karışıklık çıkarma.
ihtiyâr:
irade, tercih.
iktiza:
lâzım gelme, gerekme.
istidadat:
istidatlar, kabiliyet-
ler, yetenekler.
kemalât:
faziletler, kemaller,
olgunluklar, mükemmellikler.
lezaiz-i fâniye:
fânî, geçici lez-
zet ve zevkler.
maruz:
bir şeyin etkisi ve te-
siri altında bulunma.
mazeret:
bahane, özür, engel.
menafi-i dünyeviye:
dünya
1.
Satın aldılar. (Bakara Suresi: 16.)
2.
Hidayet karşılığında dalâlet. (Bakara Suresi: 16.)
3.
Bakara Suresi: 16.
İşaratü’l-İ’caz | 181 |
m
ünafıklar
B
ahSi