Sual:
temsilde nurdan bahsedilmiştir. Münafıkların
nuru nerede?
Elcevap:
kendisinde nur olmayan bir insan, muhitin-
de bulunan nurdan istifade eder. Muhitinde bulunmasa,
kavminde; kavminde bulunmasa, nev’inde; nev’inde bu-
lunmasa, fıtratında; fıtratında mümkün olmasa, dünya
menfaatleri için lisanında vardır. Bu da olmasa, evvelce
iman edip sonra irtidat edenlerin evvelki nurlarına işaret-
tir. Bu da olmasa, dünyaya ait, gördükleri istifadelerine
işarettir; ateşin, fitnelerine işaret olduğu gibi. Bu da ol-
madığı takdirde, daire-i imkânda olan nurları, vücut da-
iresine indirilmiştir;
(1)
i'
óo
¡r
dÉp
H n
á n
dn
Ó°s
†dG Go
hn
ôn
à°r
Tp
G
’daki hidayet
gibi.
Sonra,cümlelerinarasındakicihet-iirtibatagelince:
(2)
Gk
QÉn
f n
ón
br
ƒn
à°r
SG …p
òs
dG p
?n
ãn
ªn
c r
ºo
¡o
?n
ãn
e
: Yani, “
Onlarınmeseli,
ateşyakanadamınmeseligibidir
.”
Bu cümlenin mevki ve makama olan münasebeti şöy-
le tasvir edilebilir ki:
Ayette beyan edildiği şekil üzerine, ateş yakan adamın
hâli, Ceziretü’l-Arab’da sakin kur’ân’ın muhatapların-
dan birinci tabakadaki adamların hâllerine tetabuk edi-
yor. zira, o tabakadaki adamlar, bu ateşi yakan adamın
hâlini ya bizzat görmüşler veya işitmişlerdir. Ve o hâlin
ne derece müessir ve feci olduğunu hissetmişlerdir. zira,
onlar çok defa güneşin zulmünden, gecenin zulmetine
san topluluğu.
lisan:
konuşma dili.
makam:
yer, mevki.
menfaat:
fayda, kâr, kazanç.
mesel:
örnek, benzer, numune.
mevki:
yer, makam.
muhatap:
kendisine hitap olunan.
muhit:
ihata eden, etrafını çevi-
ren, kuşatan, saran.
müessir:
tesirli.
münafık:
nifak sokan, ara bozucu;
kalbinde küfrü gizlediği hâlde
Müslüman görünen.
münasebet:
ilişki, alâka.
nevi:
cins.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
sakin:
bir yerde oturan, bir yerin
ahalisinden olan.
sual:
soru.
tabaka:
derece, topluluk, sınıf,
zümre.
tasvir:
bir şeyi yazıyla veya başka
ifade tarzlarıyla anlatma.
temsil:
misal getirme, özellikle
öğüt alınsın diye mesel anlatma.
tetabuk:
birbirine uygun gelme,
uyma.
vücut:
varlık.
zulmet:
karanlık.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa, iş-
kence.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
bahis:
konu.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
bizzat:
doğrudan doğruya.
ceziretü’l-arab:
Arap Yarıma-
dası.
cihet-i irtibat:
irtibat sebeple-
ri, tarafları; bağlanma yönü,
aradaki benzeyiş ve münase-
bet.
daire-i imkân:
imkân âlemi,
kâinat ve varlıklar âlemine ait
âlem.
evvel:
önce.
evvelce:
daha önce.
feci:
dehşetli, korkunç.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç,
huy.
fitne:
karışıklık, bozgunculuk.
hâl:
durum, vaziyet.
hidayet:
doğru inanç ve yaşa-
yış üzere olmak.
iman:
inanma, inanç, itikat,
tasdik.
irtidat:
islâm dininden çıkma,
islâm dinini terk ederek baş-
ka bir dini kabul etme.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
kavim:
millet; aralarında dil,
âdet, örf, kültür birliği olan in-
1.
Hidayet karşılığında dalâleti satın aldılar. (Bakara Suresi: 16.)
2.
Bakara Suresi: 17.
İşaratü’l-İ’caz | 185 |
m
ünafıklar
B
ahSi