İşaratü'l İ'caz - page 186

kaçarak, gecenin serinliğinde yollarına devam ettikleri sı-
rada, şiddetli yağmurlara rast gelerek, çok zahmetlere
düşmüşlerdir. Ve keza, çok defa yollarını kaybederek
muzır hayvanlarla dolu mağaralara girmişlerdir. Ve arka-
daşlarını görüp onlarla ferahlanmak ve eşyalarını görüp
muhafaza etmek veya muzır hayvanları görüp onlardan
tahaffuz etmek için, ateş yakmışlardır. Ateşin ziyasından
istifade ederlerken, semavî bir afetle ateşleri söner. Ve
reca ve ümitleri tamamen ye’se ve hüsrana inkılâp eder.
İşte, kur’ân-ı kerîm onların bu durumuna
(1)
r
ºp
gp
Qƒo
æp
H *G n
Ön
gn
P o
¬ n
dr
ƒn
M Én
e r
ä n
ABÉ°n
Vn
G BÉ s
ªn
?n
a
cümlesiyle işaret
etmiştir. Yani, “
Vaktakioateşetrafıışıklandırdı;birden-
bire,Cenab-ıHaknurlarınısöndürerekziyalarınızulme-
teçevirdi.
(2)
BÉ s
ªn
?n
a
’da
±
, kelâmın siyakı kelâmın şu şekilde oldu-
ğunu iktiza ettiğine işarettir ki, ziyasından istifade için
ateş yaktılar. Ateş onları ziyalandırdı. onlar da mutmain
ve müferrah oldular. sonra, bir hüsrana uğrayıp yere
düştüler.
sonra, cümle-i şartiyenin şart ve ceza denilen her iki
cümlesi arasında, lüzumun vücudu lâzımken,
izae
ile nu-
run zehabı arasında hiçbir lüzum görünmüyor. Binaena-
leyh, bu gizli lüzumu dışarıya çıkarıp göstermek için, ba-
zı mukadder cümlelere ihtiyaç vardır. Şöyle ki:
Vakta ki, ateş onları ışıklandırdı; onlar da ışıklandılar.
Fakat, ateşe ehemmiyet verip muhafaza etmediler. Ve o
afet:
belâ, musibet, büyük felâ-
ket.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
cenab-ı Hak:
Allah; doğru, gerçek,
Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve
azamet sahibi yüce Allah.
cümle-i şartiye:
şart cümlesi.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
hüsran:
hayal kırıklığı.
iktiza:
lazım gelme, gerekme.
inkılâp:
bir hâlden diğer bir hâle
geçme, değişme, dönüşme.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
izae:
aydınlatma, ışıklandırma.
kelâm:
söz, ibare, fıkra.
keza:
böylece, aynı şekilde.
muhafaza:
koruma.
mukadder:
takdir edilmiş.
mutmain:
gönlü hoş, içi rahat,
emin, şüphesi olmayan, zihni-
ni bir şeye yatırıp rahatlamış.
muzır:
zararlı, zarar veren.
müferrah:
feraha kavuşmuş,
gönül huzuruna ermiş.
nur:
aydınlık, parıltı, parlaklık,
ziya, ışık, şule.
reca:
teselli, ümit.
semavî:
semaya ait, gökten
gelen.
siyak:
sözün gelişi, ifade şekli
ve tarzı.
tahaffuz:
korunma, sakınma.
vakta ki:
ne vakit ki, ne za-
man ki, o zaman ki, olduğu
vakit.
yeis:
ümitsizlik.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, me-
şakkat.
zehap:
gitmek.
ziya:
ışık, aydınlık, nur, parlak-
lık.
zulmet:
karanlık.
1.
Bakara Suresi: 17.
2.
Ne zaman ki. (Bakara Suresi: 17.)
B
akara
S
ureSi
| 186 | İşaratü’l-İ’caz
1...,176,177,178,179,180,181,182,183,184,185 187,188,189,190,191,192,193,194,195,196,...576
Powered by FlippingBook