İşaratü'l İ'caz - page 172

(1)
És
æ`n
e'
G
: Makamın iktizasıyla bu kelimenin te’kitlerle
müekket olarak zikredilmesi lâzım iken, te’kitsiz zikri,
kalblerinde tahrik edici bir şevkin ve bir aşkın bulunma-
masıyla, sözlerini şiddetsiz ve te’kitsiz, serseriyâne söyle-
miş olduklarına işarettir.
Ve keza,
És
æ`n
e'
G
kelimesiyle nifaklarına örttükleri perde
pek zayıf olduğundan, te’kit ve teşdit edildiği takdirde,
yırtılması ihtimali olduğuna işarettir. Çünkü, te’kit ve teş-
dit şüpheyi dâîdir. Şüphe ise, tahkikata baistir. tahkikat
yapıldığı takdirde, boyaları meydana çıkar.
És
æ`n
e'
G
’nın cüm-
le-i fiiliye ile zikri ise, imanlarının sabit ve devamlı oldu-
ğuna, mü’minlere inandırmak imkânı bulamadıklarına ve
yalnız menfaatleri celp ve esrara muttali olmak
maksadıyla mü’minlere müdahene ve tasannu yapmakla
ihdas-ı iman ettiklerine işarettir.
(2)
r
ºo
µ`n
©n
e És
fp
G BGƒo
dÉn
b r
ºp
¡p
æ«/
WÉn
«n
°T '
‹p
G Gr
ƒn
?n
N Gn
Pp
Gn
h
: evvelki ayetle
bu ayetin birbirine olan atıfları, onların mesleksiz ve se-
batsız olduklarına işarettir.
(3)
Gn
Pp
G
’nın ifade ettiği cezmiyet, itiyat ettikleri fesat ve
ifsat iktizasıyla, şeytanlarına gitmelerini zarurî bir vazife
bildiklerine işarettir.
(4)
Gr
ƒn
?n
N
tabiri, cinayetlerinden korktuklarından, teset-
tür ve gizlenmek istediklerine işarettir.
atıf:
bir kelime veya cümlenin,
önceki kelime veya cümleye bağ-
lanması.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
bais:
icap ettiren.
celp:
elde etme, kendine çekme.
cezmiyet:
kesin niyet ve karara
ait.
cinayet:
cana kıyma, katl veya bu
derecede ağır bir suç.
cümle-i fiiliye:
fiil cümlesi.
dâî:
davet eden, sebep, illet.
esrar:
sırlar, gizli hakikatler.
evvel:
önce.
fesat:
bozukluk, karışıklık, nifak.
ifsat:
fesada uğratma, bozma, ka-
rışıklık çıkarma.
ihdas-ı iman:
iman sahibi olmayı,
inanmayı ortaya koyma.
ihtimal:
olabilirlik.
iktiza:
lâzım gelme, gerekme, ge-
rektirme, lüzumlu kılma.
itiyat:
âdet edinme, alışkanlık hâ-
line getirme, alışkanlık.
keza:
böylece, aynı şekilde.
makam:
yer, mevki.
menfaat:
fayda, kâr, kazanç.
meslek:
tutulan yol, sülûk edilen
yer.
muttali:
bir işten haberi olan, bil-
gili, haberdar.
mü’min:
iman eden, inanan.
müdahene:
dalkavukluk.
müekket:
tekrar edilmiş, tembih
edilmiş.
nifak:
ikiyüzlülük, münafıklık.
sabit:
durağan, değişmeyen.
sebat:
sabit durma, kararlılık.
serseriyâne:
serserice, serseri
gibi.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves.
tabir:
ifade, söz.
tahkikat:
araştırmalar, soruş-
turmalar.
tahrik:
hareket ettirme, hare-
kete geçirme.
tasannu:
yapmacık.
te’kit:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma; üstüne basa ba-
sa ifade etme.
tesettür:
gizlenme, saklanma.
teşdit:
harfi çift okuma.
vazife:
görev.
zarurî:
zorunlu.
zikir:
anma, bildirme.
1.
İman ettik. (Bakara Suresi: 14.)
2.
Şeytanlaşmış reisleri ve arkadaşlarıyla başbaşa kalınca da, “Aslında biz sizinle beraberiz”
derler. (Bakara Suresi: 14.)
3.
Zaman. (Bakara Suresi: 14.)
4.
Başbaşa kaldılar. (Bakara Suresi: 14.)
B
akara
S
ureSi
| 172 | İşaratü’l-İ’caz
1...,162,163,164,165,166,167,168,169,170,171 173,174,175,176,177,178,179,180,181,182,...576
Powered by FlippingBook