İşaratü'l İ'caz - page 162

iktizasıyla, yekdiğerlerine halkı idlâl etmeyi tavsiye edi-
yorlar. Ve gururlarının hükmüyle, diyanet ve imanı sefa-
hat ve sefalet telâkki ediyorlar. Ve nifaklarının icabıyla,
bu sözlerinde de münafıklık yapıyorlar. zira bu sözlerinin
zahirinden, “Biz divaneler değiliz. nasıl sefihler gibi ola-
cağız?” diye bir mana çıkar. Bâtınından ise, “nasıl ekse-
rîsi fukara ve nazarımızda sefih olan mü’minler gibi ola-
cağız” diye diğer bir mana çıkıyor.
sonra, kur’ân-ı kerîm, onların mü’minlere attıkları
sefahat taşını,
(1)
o
ABÉ n
¡n
Ø° t
ùdG o
ºo
g r
ºo
¡s
fp
G B
'
’n
G
cümlesiyle onlara ia-
de etmekle, kendilerine yutturmuştur. Çünkü, inat ve ce-
haletleri bu dereceye vâsıl olanın hak ve müstahakı, bey-
nennâs teşhir edilmekle, sefahatin kendisine münhasır
olduğunu ilân etmektir.
sonra
(2)
n
¿ƒo
ªn
?r
©n
j n
’ r
øp
µ`'
dn
h
cümlesiyle, onların cehl-i mü-
rekkeple cahil olduklarına işaret etmiştir ki; bu gibi cahil-
lere nasihat tesir etmediğinden, onlardan tamamıyla
i’raz etmek lâzımdır. Çünkü, nasihati dinleyen, ancak
cehlini bilenlerdir. Bunlar cehillerini de bilmezler.
Buayetinihtivaettiğicümlelerineczasıarasında
bulunanirtibatagelelim:
(3)
¢o
SÉs
ædG n
øn
e'
G Bɪn
c Gƒo
æp
e'
G r
ºo
¡n
d n
?«/
b Gn
Pp
Gn
h
cümlesindeki
(4)
Gn
Pp
G
kat’iyeti ifade ettiğinden, emr-i maruf ile halkı irşat et-
mek lüzumuna işarettir.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
bâtın:
görünmeyen taraf, iç kısım.
beynennâs:
halk arasında, insan-
lar arasında.
cahil:
Allah’ı tanımayan, İlâhî ha-
kikatlerden habersiz, hak bilgisin-
den yoksun.
cehalet:
cahillik, ilimden yoksun
olma, İlâhî hakikatlerden habersiz
olma.
cehil:
bilgisizlik, cehalet, cahillik.
cehl-i mürekkep:
bilmemekle
beraber, bilmediğini de bilme-
mek, katmerli cahillik, kara cahil-
lik.
divane:
deli, aklı başında olma-
yan.
diyanet:
dinî emirlere riayet, din-
darlık.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
ekser:
en çok, daha ziyade.
emr-i maruf:
iyiliği emretme.
fukara:
fakirler, yoksullar.
gurur:
kibir, kendi yüksek ve de-
ğerli tutarak böbürlenme.
hüküm:
verilen karar.
i’raz:
çekinme, sakınma.
iade:
karşılık verme, mukabele et-
me.
icap:
gerekme hâli, gerekli olma.
idlâl:
dalâlete düşürme, doğru
yoldan çıkarma, saptırma, azdır-
ma.
ihtiva:
içine alma, kapsama.
iktiza:
lâzım gelme, gerekme.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaflet-
ten uyandırma.
irtibat:
bağ, münasebet.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
mü’min:
iman eden, inanan.
münafık:
nifak sokan, ara bozucu;
kalbinde küfrü gizlediği hâlde
Müslüman görünen.
münhasır:
hasredilmiş, ayrılmış,
bir şeye veya kimseye mahsus.
müstahak:
lâyık olunan, hak edi-
len şey.
nasihat:
öğüt; doğruya, iyiye, gü-
zele sevk etmek için yapılan
konuşma.
nazar:
bakış, fikir.
nifak:
ikiyüzlülük, münafıklık.
sefahat:
faydayı zararı ayırt
edememe, sefihlik; beyinsiz-
lik, akılsızlık
sefalet:
sefillik, süflîlik, hakir-
lik, aşağılık, düşkünlük.
sefih:
faydayı ve zararı ayır-
detme yeteneğinden mah-
rum, beyinsiz.
telâkki:
anlama, anlayış.
tesir:
etki.
teşhir:
ilân etme, herkese du-
yurma.
vâsıl:
ulaşan, erişen, kavuşan.
yekdiğer:
bir diğer.
zahir:
görünüşe göre, görünüş
itibarıyla.
1.
İyi bilin ki asıl süfeha takımı kendileridir. (Bakara Suresi: 13.)
2.
Fakat bunu da bilmezler. (Bakara Suresi: 13.)
3.
Onlara “Şu imana gelen insanlar gibi siz de imana gelin” denildiği zaman. (Bakara Suresi:
13.)
4.
Zaman. (Bakara Suresi: 13.)
B
akara
S
ureSi
| 162 | İşaratü’l-İ’caz
1...,152,153,154,155,156,157,158,159,160,161 163,164,165,166,167,168,169,170,171,172,...576
Powered by FlippingBook