(1)
n
¿ho
ôo
©°r
ûn
j n
’ r
øp
µ`'
dn
h n
¿h o
ó°p
ùr
Ø o
ªr
dG o
º o
g r
º o
¡s
fp
G B
'
’n
G
Buayetinmâkabliylevech-iirtibatı:
evvelki ayette münafıklardan hikâye edilen bazı mana-
lar ve iddialar vardır. Meselâ münafıklar mesleklerini ter-
viç ve teşvik etmişlerdir. salâhı kendilerine ispat ve salâ-
hın daimî bir sıfatları olduğunu iddia etmişlerdir. Ve
amellerinin salâha münhasır olduğu ve salâhlarına hiçbir
fesadın karışmamış olduğu ve bu hükmün malûm hü-
kümlerden bulunduğu iddiasında bulunmuşlardır. Ve
mü’minlere tarizde bulunarak, mü’minlerden kendilerine
nasihat edenleri techil etmişlerdir.
kur’ân-ı kerîm dahi, münafıkların şu mezkûr iddiala-
rını cerh ve akislerini ispat etmek üzere, şu cümlede ba-
zı hükümler serd etmiştir.
Ezcümle:
Fesat münafıklara isnat ve ispat edilmiştir.
Ve onların, müfsitlerin hakikatiyle ittihat ettiklerine işaret
edilmiştir. Ve fesadın münafıklara münhasır olduğuna ve
bu hükmün sabit bir hakikat bulunduğuna işaretler yapıl-
mıştır. Ve onların muzır olmalarıyla, halk ikaz edilmiştir.
Ve onların hisleri nefyedilmekle techil edilmişlerdir.
evet, fena bir şeye düşmemek için, kullanılmakta olan
ikaz aleti denilen
(2)
B
'
’n
G
ile, onların davaları halkın naza-
rında tezyif ve iptal edilmiştir.
tahkiki ifade eden
(3)
s
¿p
G
ile, davalarında iddia ettikleri
hakkaniyet ve malûmiyet reddedilmiştir.
sağlamlaştırma.
ittihat:
birleşme, birlik oluşturma.
mâkabl:
önceki, önce gelen.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
malûmiyet:
bilinen ve belli olan
şeyin hâl ve sıfatı.
meselâ:
misal olarak, şunun gibi,
söz gelişi, faraza.
meslek:
tarz, davranış.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
muzır:
zararlı, zarar veren.
mü’min:
iman eden, inanan.
müfsit:
fesat çıkaran, fesatçı, boz-
guncu.
münafık:
nifak sokan, ara bozucu;
kalbinde küfrü gizlediği hâlde
Müslüman görünen.
münhasır:
sınırlı, bir şeye veya
kimseye mahsus.
nasihat:
öğüt; doğruya, iyiye, gü-
zele sevk etmek için yapılan ko-
nuşma.
nazar:
bakış; düşünce, fikir.
nefiy:
inkâr etme, olumsuzlama.
red:
reddetme, kabul etmeme.
sabit:
durağan, değişmeyen.
salâh:
iyi hâlli, faziletli olma.
serd:
ortaya koyma.
sıfat:
hâl, keyfiyet, nitelik, vasıf.
tahkik:
inceleme, araştırma.
tariz:
kinayeli söz söyleme sana-
tı.
techil:
cehaletle, cahillikle suçla-
ma.
terviç:
revaç verme, kıymet ve
değerini arttırma.
tezyif:
zayıfa çıkarma, çürütme.
vech-i irtibat:
ilgi, alaka yönü,
bağlılık.
akis:
zıt, ters, muhalif.
amel:
fiil, iş.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
cerh:
bir iddiayı, bir fikri çürüt-
me.
daimî:
sürekli, devamlı.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
evvel:
önce.
ezcümle:
bu cümleden ola-
rak.
fenâ:
çirkin, kötü.
fesat:
bozukluk, karışıklık, ni-
fak.
hakikat:
asıl, esas, gerçek,
doğru.
hakkaniyet:
hak ve adalete
uygunluk.
halk:
topluluk, insan toplulu-
ğu, insanlar.
hüküm:
verilen karar.
iddia:
bir fikri ısrarla savunma,
dava etme.
ikaz:
dikkat çekme, uyarma,
uyandırma.
iptal:
boş, hükümsüz bırakma.
isnat:
dayandırma, mal etme,
bir şeyi bir kimseye ait göster-
me.
ispat:
delil göstererek iddiayı
1.
Dikkat edin, asıl bozguncular onlardır; fakat farkında değildirler. (Bakara Suresi: 12.)
2.
Dikkat edin. (Bakara Suresi: 12.)
3.
Muhakkak.
İşaratü’l-İ’caz | 159 |
m
ünafıklar
B
ahSi