Ve yine anlaşılır ki, fesat kalbdedir. Bir şeyin esası,
kalbi bozuk olursa, teferruatını tamir etmek, bir faydayı
teşkil etmez.
Ve yine anlaşılır ki, fıtrattan hakikat çıkar. Fıtrat, ha-
kikatlere merci bir mastardır. Fesat ve harap ise arızî bir
marazdır. Çünkü, eşyada asıl, sıhhattir. Maraz ise arızî-
dir. Binaenaleyh, onlar “nifak ve fesadımız fıtrîdir. İhti-
yârî olmadığından, mucib-i ceza değildir” diye itirazda
bulunamazlar.
tenkiri, meçhuliyeti ifade eden
tenvin
ise, o maraz
pek gizli olduğundan, ne görünmesi ve ne de tedavisi
mümkün olmadığına işarettir.
Beşincicümleyiteşkileden
(1)
É°k
Vn
ôn
e *G o
º o
gn
OGn
õn
a
’ninmâ-
kabliylevech-iirtibatıileeczasıarasındakicihet-iin-
tizamagelince:
evet, vakta ki münafıklar yaptıkları amelden bir maraz
olduğu kanaatiyle içtinap etmediler, bilakis o amellerini
istihsan ederek o marazın fazlaca talebinde bulundular;
Cenab-ı Hak da talepleri üzerine, onların marazlarını art-
tırdı.
Sual:
(2)
n
OGn
õn
a
’deki
±
mâkablinin mâba’dine sebep ol-
duğunu ifade eder. Hâlbuki, burada marazın vücudu,
marazın ziyadesine sebep değildir?
Elcevap:
Vakta ki onlar marazlarını teşhis edip te-
davisi talebinde bulunmadılar, sanki ihmallik yüzünden
amel:
fiil, iş.
arızî:
sonradan çıkan.
bilakis:
aksine, tersine.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
cenab-ı Hak:
Allah; doğru, gerçek,
Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve
azamet sahibi yüce Allah.
cihet-i intizam:
intizam yönü,
düzgünlük, tertip tarafı, ciheti.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
esas:
asıl, temel, dip, kök.
fesat:
bozukluk, karışıklık, nifak.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç, huy.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuştan
olan.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
içtinap:
çekinme, sakınma, uzak
durma.
ihmal:
boşlama, önemsememe.
ihtiyârî:
irade ile, kendi isteği ile
seçerek ve hareket ederek.
istihsan:
güzel bulma, beğenme.
itiraz:
kabul etmediğini belirtip
karşı çıkma.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
mâba’di:
bundan sonraki, sonrası.
mâkabl:
öndeki, üstteki.
maraz:
hastalık.
mastar:
fiil (iş, hareket, oluş bildi-
ren kelime) kökü.
meçhuliyet:
bilinmezlik, meçhul-
lük.
merci:
merkez, kaynak.
mucib-i ceza:
ceza gerektiren.
münafık:
nifak sokan, ara bozucu;
kalbinde küfrü gizlediği hâlde
Müslüman görünen.
nifak:
ikiyüzlülük, münafıklık.
sıhhat:
sahihlik, doğruluk, ger-
çeklik.
sual:
soru.
talep:
isteme, dileme, istek,
arzu.
tamir:
onarma, düzeltme.
tedavi:
hastalığı iyileştirme
için yapılan bakım.
teferruat:
ayrıntılar, dallar,
bölümler.
tenkir:
bir ismi harf-i tarifsiz
kullanarak belirsiz yapma.
tenvin:
Arapça bir kelimenin
sonunu nun gibi okutmak
üzere konulan işaret; kelime-
nin sonuna iki üstün (en), iki
esre.
teşhis:
tanıma, fark etme, seç-
me, ayırma, ne olduğunu an-
lama.
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me.
vakta ki:
ne vakit ki, ne za-
man ki, o zaman ki, olduğu
vakit.
ziyade:
Artma, çoğalma.
1.
Allah hastalıklarını arttırdı. (Bakara Suresi: 10.)
2.
Arttırdı. (Bakara Suresi: 10.)
B
akara
S
ureSi
| 150 | İşaratü’l-İ’caz