gibi,muvakkatbirlezzetbileyoktur.
o nifak, ancak dün-
yada şedit bir elemi, ahirette de en şedit bir azabı intaç
edecek bir dalâlettir.
(1)
n
¿ƒo
Hp
òr
µ
`n
j Gƒo
fÉn
c
Én
Ãp
: Yani,
yaptıklarıkizbdenpişman
olup,nedametetmedikleritakdirde,beynennâs,yalancı-
lıklateşhirvebiralâmetletevsimlerilâzımdırki, başkalar
onlara itimat edip marazlarına maruz kalmasınlar.
Mezkûrcümlelerineczalarıarasındabulunanirti-
batveintizamınbeyanınagelelim.
Münafıkların yaptıkları hileden takip edilen gayenin
muhal olduğuna ve o muhaliyeti göz önüne getirip çirkin
bir şekilde gösterilmesine tasrih edilmek üzere
(2)
Gƒo
æn
e'
G n
øj/
òs
dGn
h %G n
¿
ƒo
Yp
OÉn
îo
j
cümlesinde, münafıkların ame-
linden –müşareket babından– muzari sigasıyla “hud’a”
ünvanıyla tabir edilmiştir.
Ve keza makamın iktizası hilâfına
(3)
t
»p
Ñ s
ædn
G
’ye bedel
*n
G
ve
(4)
n
¿ƒo
æp
erD
ƒo
ªr
dn
G
’ye bedel
(5)
Gƒo
æn
e'
G n
øj/
òs
dGn
h
zikredilmiştir. Çün-
kü
(6)
n
¿
ƒ o
Yp
OÉn
îo
j
’nin maddesinden nefret çıkar, sigasından
devam ve istimrar çıkar, babından müşareket çıkar. Mü-
şareket ise, müşakeleti, yani mukabele-i bilmisli icap eder.
Müşakelet ise, onların seyyielerine karşı seyyie ile muka-
bele edileceğini istilzam eder. demek onların devamla
yaptıkları şu kötü fiil, nefisleri titreten bir nefreti intaç
ahiret:
öbür dünya, ikinci hayat.
alâmet:
belirti, işaret, iz.
amden:
kasıtlı olarak, bilerek ve
isteyerek.
amel:
fiil, iş.
azap:
eziyet, işkence; büyük sıkın-
tı, şiddetli acı.
bab:
kısım, bölüm, bahis.
bedel:
bir şeyin yerini tutan, kar-
şılık.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
beynennâs:
halk arasında, insan-
lar arasında.
dalâlet:
dinsizlik, inançsızlık,.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
elem:
dert, üzüntü, maddî-mane-
vî ıztırap.
fiil:
iş, oluş, davranış, hareket.
gaye:
maksat, meram, hedef, so-
nuç.
hilâfına:
zıddına, tersine, aksine.
hile:
aldatmaya yönelik düzen,
desise.
hud’a:
aldatma, oyun, hile, düzen.
icap:
gerekme hâli, lâzım, gerekli,
lüzum.
iktiza:
lâzım gelme, gerekme.
intaç:
netice verme, sonuçlandır-
ma.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
irtibat:
bağlantı, münasebet.
istilzam:
gerekli görme, lüzumlu
görme.
istimrar:
sürme, sürüp gitme, uza-
yıp gitme.
itimat:
dayanma, güvenme, em-
niyet etme.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kizb:
yalan söyleme, yalan, uy-
durma.
makam:
yer, mevki.
maraz:
hastalık.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri al-
tında bulunma.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
muhal:
imkânsız, olması mümkün
olmayan.
muhaliyet:
imkânsızlık, imkânsız
oluş.
mukabele:
karşılık verme, karşıla-
ma.
mukabele-i bilmisil:
misliyle mu-
kabele etme, karşılaştığı muame-
lenin aynısını sahibine iâde etme.
muvakkat:
geçici.
muzari sigası:
geniş zaman kipi.
münafık:
nifak sokan, ara bozucu;
kalbinde küfrü gizlediği hâlde
Müslüman görünen.
müşakelet:
benzeyiş, şekildeki
benzeyiş, cinsî benzeyiş.
müşareket:
bir işin ortaklaşa
yapıldığını bildiren fiil, işteşlik.
nedamet:
pişmanlık.
nefis:
kişinin kendisi, iyiliğe de
kötülüğe de meyli olan duy-
gu.
nifak:
ikiyüzlülük, münafıklık.
şedit:
şiddetli.
seyyie:
fenalık, kötülük, çir-
kinlik.
tabir:
ifade.
tasrih:
açıkça ifade ederek
şüphe ve tereddütleri silme.
teşhir:
ilân etme, herkese du-
yurma, gösterme.
tevsim:
damgalanma, mühür-
lenme.
ünvan:
ad, isim, lâkap.
zikir:
anma, bildirme.
1.
Bakara Suresi: 10.
2.
Hile ile Allah’ı ve mü’minleri kandırmaya çalışıyorlar. (Bakara Suresi: 9.)
3.
Peygamber.
4.
Mü’minler.
5.
İman edenler ki. (Bakara Suresi: 9.)
6.
Aldatıyorlar. (Bakara Suresi: 9.)
B
akara
S
ureSi
| 146 | İşaratü’l-İ’caz