Maahaza, kâfirin meskeni cehennemdir ve ebedî ola-
rak orada kalacaktır. Fakat, kâfir kendi ameliyle bu du-
ruma kesb-i istihkak etmiş ise de, amelinin cezasını çek-
tikten sonra, ateşle bir nevi ülfet peyda eder ve evvelki
şiddetlerden azade olur. o kâfirlerin dünyada yaptıkları
a’mal-i hayriyelerine mükâfaten, şu merhamet-i İlâhiye-
ye mazhar olduklarına dair işarat-ı hadisiye vardır.
Maahaza, cinayetin lekesini izale veya hacaletini tah-
fif veyahut icra-i adalete iştiyak için cezayı hüsn-i rıza ile
kabul etmek, ruhun fıtrî olan şe’nidir.
evet, dünyada, çok namus sahipleri, cinayetlerinin hi-
cabından kurtulmak için, kendilerine cezanın tatbikini is-
temişlerdir ve isteyenler de vardır.
ó
®
ò
(1)
n
Ú/
æp
er
D
ƒo
ªp
H r
ºo
gÉn
en
h p
ôp
N'
’r
G p
?r
ƒn
«r
dÉp
Hn
h $Ép
H És
æn
e'
G o
?ƒo
?n
j r
øn
e ¢p
SÉs
ædG n
øp
en
h
Buayetinmâkabliylevech-inazmı:
nasıl ki bir hükümde iki müfredin iştiraki veya bir
maksatta iki cümlenin ittihadı, atfı icap ettirir; kezalik,
bir hedefi, bir garazı takip eden iki kıssanın da atıfları,
belâgatin iktizasındandır. Binaenaleyh, on iki ayetin hü-
lâsasını tazammun eden münafıkların kıssası, kâfirler
hakkında geçen iki ayetin mealine atfedilmiştir.
a’mal-i hayriye:
hayırlı işler, ha-
yırlı ameller.
amel:
iş, uygulama, yapma.
atıf:
bir kelime veya cümlenin,
önceki kelime veya cümleye bağ-
lanması.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
azade:
bağlardan kurtulmuş, hür,
serbest.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı ve
tesirli ifade; bir şeyde saklı bulu-
nan derin anlam.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
cinayet:
cana kıyma, katl veya bu
derecede ağır bir suç.
dair:
alâkalı, ilgili.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
evvel:
önce.
fıtrî:
tabiî, doğal.
garaz:
hedef, gaye, istek, meyil,
maksat.
hacalet:
utanma, utanç.
hicap:
utanma, utanma duygusu,
mahcubiyet.
hüküm:
verilen karar.
hülâsa:
kısaca, özet.
hüsn-i rıza:
gönül rızası.
icap:
gerekme hali, gerekli olma.
icra-i adalet:
adaletin yerine geti-
rilmesi.
iktiza:
lazım gelme, gerekme.
işarat-ı hadisiye:
Peygamber
Efendimizin (
ASM
) sözlerinin işaret
ettiği manalar, vermiş olduğu işa-
retler.
iştirak:
katılma.
iştiyak:
göreceği gelme, özleme.
ittihat:
birleşme, birlik oluşturma.
izale:
zevale erdirme, yok etme.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kesb-i istihkak:
hak etme, hak
kazanma.
kezalik:
keza, bu da öyle, böyle-
ce.
kıssa:
ibret verici hikâye.
maahaza:
bununla birlikte, böyle
olmakla beraber.
mâkabl:
öndeki, üstteki.
maksat:
kastedilen şey; gaye.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me.
meal:
mana, anlam, mefhum.
merhamet-i İlâhiye:
Allah’ın
merhameti.
mesken:
oturulan, ikamet
olunan yer.
müfret:
tekil, teklik.
mükâfaten:
mükâfat olarak,
karşılık olarak, ödül olarak.
münafık:
nifak sokan, arabo-
zucu; kalbinde küfrü gizlediği
halde Müslüman görünen.
namus:
ar, edep, hayâ, ırz.
nevi:
çeşit, tür.
peyda:
meydana gelme, açığa
çıkma.
ruh:
insandaki canlılığın ve di-
riliğin, iradeyle ilgili ve irade
dışı hareketlerin ve idrak ka-
biliyetinin kaynağı, nefis.
şe’n:
durum, özellik, yapı.
tahfif:
hafifletme, yükünü
azaltma.
tatbik:
yerine getirme, uygu-
lama.
tazammun:
ihtiva etme, içine
alma, içinde bulundurma.
ülfet:
alışma, kaynaşma, dost-
luk.
vech-i nazım:
nazım yönü,
nazım tarafı.
1.
İnsanlardan bir kısmı da, mü’min olmadıkları hâlde, “Allah’a ve ahiret gününe inandık” der-
ler. (Bakara Suresi: 8.)
B
akara
S
ureSi
| 136 | İşaratü’l-İ’caz