Ve keza, mebde itibarıyla rü’yette bir ıztırar vardır;
semâ
’da, tahatturda ihtiyâr vardır. evet, gözün açılma-
sıyla eşyayı görmemek mümkün değildir; fakat, mes-
muatı dinlemekte veya hatıratı tahattur etmekte bu ıztı-
rar yoktur.
(1)
l
In
hÉn
°ûp
Z
tabiri, gözün yalnız ön cihette hâ-
kim ve nazır olduğuna işarettir ki, eğer bir perde ile o ci-
hetten alâkası kesilse, bütün bütün kör kalır.
tenkiri ifade eden
l
In
hÉn
°ûp
Z
’deki
tenvin
, onların gözleri
üstündeki perde malûm olmayan bir perde olup, ondan
sakınmak onlar için mümkün olmadığına işarettir.
Car ve mecrurun
l
In
hÉn
°ûp
Z
üzerine takdim edilmesi, en
evvel nazar-ı dikkati onların gözlerine çevirtmekle, kalb-
lerindeki sırları göstermek içindir. zira, göz kalbin âyine-
sidir.
(2)
l
º«/
¶n
Y l
ÜGn
òn
Y r
ºo
¡ n
dn
h
Bucümleninmâkabliylecihet-imünasebetişudur
ki:
evvelki cümledeki kelimatla şecere-i küfriyenin dünya-
ya ait acı semerelerine işaret edilmiştir. Bu cümle ile o
mel’un şecerenin ahirette vereceği semeresi zakkum-i
cehennemden ibaret olduğuna işaret yapılmıştır.
Sual:
üslûbun mecra-i tabiîsi
(3)
l
ój/
ón
°T l
ÜÉn
?p
Y r
ºp
¡r
« n
?n
Yn
h
cümlesi iken, üslûbun muktezası olan şu cümlenin terkiy-
le
l
º«/
¶n
Y l
ÜGn
òn
Y r
ºo
¡ n
dn
h
cümlesi ihtiyâr edilmiştir. Hâlbuki bu
ahiret:
öbür dünya, ikinci hayat.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
âyine:
ayna, mir’at.
car:
çarşaf, örtü.
cihet:
yan, yön, taraf.
cihet-i münasebet:
münasebet
sebebi, alâka yönü, alâka vesilesi.
evvel:
önce.
hakîm:
gören.
hatırat:
yaşanmış olayların zihin-
de bıraktığı izler, hatıralar.
ıztırar:
mecburiyet, zorunluluk,
çaresizlik, ihtiyaç.
ibaret:
meydana gelen, oluşan.
ihtiyâr:
irade, tercih.
kelimat:
kelimeler, sözler.
keza:
böylece, aynı şekilde.
mâkabl:
öndeki, üstteki.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
mebde:
evvel, baş, başlama, baş-
langıç.
mecra-i tabiî:
normal ve tabiî akış
yeri, bir şeyin tabiî yollardan geçi-
şi.
mecrur:
Arabcada harf-i cer veya
izafet (isim tamlaması) hâllerinde,
son harfi esre yani i sesi ile oku-
nan kelimenin hâli.
mel’un:
lânetlenmiş, kötülenmiş.
mesmuat:
işitilen, duyulan, haber
alınan şeyler.
mukteza:
iktiza etme, gerekme.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
nazır:
nezaret eden, bakan,
gözeten.
rü’yet:
görme, bakma, görül-
me, seyretme, görüş.
sem:
işitme.
semere:
meyve, yemiş.
sır:
manevî hakikat ve mari-
fetler.
sual:
soru.
şecere:
ağaç.
şecere-i küfriye:
küfre ait
ağaç; küfür ve inkâr ağacı; kü-
für silsilesi.
tabir:
ifade, söz.
tahattur:
hatırlama, hatıra ge-
tirme.
takdim:
öne geçirme, öne al-
ma, önde tutma.
tenkir:
bir ismi harf-i tarifsiz
kullanarak belirsiz yapma.
tenvin:
Arapça bir kelimenin
sonunu nun gibi okutmak
üzere konulan işaret; kelime-
nin sonuna iki üstün (en), iki
esre.
üslûp:
tarz, yol, biçim, usul,
stil.
zakkum-i cehennem:
cehen-
nem zakkumu.
1.
Hakkı görmelerine mani bir perde. (Bakara Suresi: 7.)
2.
Onların hakkı pek büyük bir azaptır. (Bakara Suresi: 7.)
3.
Onlara şiddetli bir ikap vardır.
B
akara
S
ureSi
| 132 | İşaratü’l-İ’caz