tesir-i hakikîyi esbaba; ehl-i İtizal, halk-ı ef’ali abde; Me-
cusîler, şerri ikinci bir hâlıka isnat etmeye mecbur olmuş-
lardır. güya, zuumlarınca, Cenab-ı Hak, azamet-i kibri-
ya ve tenezzühü dolayısıyla, bu gibi hasis ve çirkin şeyle-
re tenezzül etmez. demek, akılları vehimlerine esir olan-
lar, bu gibi gülünç şeyleri doğururlar.
İhtar:
Mü’minlerden de, vesvese cihetiyle bu vehme ma-
ruz kalanlar vardır; dikkat etmek lâzımdır.
- = 8
Buayetinkelimeleriarasındanazmıicapedenmü-
nasebetleregelelim:
(1)
n
ºn
àn
N
’nin
(2)
n
¿ƒo
æp
erD
ƒo
j n
’
ile irtibatı ve onun arkasında
zikredilmesi, cezanın cürme terettübü kabîlindendir. Ya-
ni, onlar vakta ki cüz-i ihtiyârîlerini ifsat etmekle imana
gelmediler, kalblerinin hatmiyle tecziye edildiler.
n
ºn
àn
N
tabiri, onların dalâletlerini tasvir eden temsilî bir
üslûba işarettir. Şöyle ki:
kalb gözü, sanki cevahire bir hazine olmak üzere, Ce-
nab-ı Hak tarafından yapılan bir binadır. Vakta ki sû-i
ihtiyârlarıyla ifsada uğradı ve cevherlere yapılan yerler,
yılanlar ve akreplerle doldu; kapısı hatmedildi ki, o sari
hastalıktan başkaları mutazarrır olmasın.
abd:
kul.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
azamet-i kibriya:
haşmetin, aza-
metin, celâlin büyüklüğü.
cevahir:
cevherler, elmaslar, kıy-
metli taşlar.
cevher:
elmas, değerli taş.
cihet:
şekil, yön, tarz.
cürüm:
kabahat, kusur, hata, gü-
nah, kanun hilâfına hareket.
cüz-i ihtiyârî:
Cenab-ı Hak tarafın-
dan insana verilen arzu serbestli-
ği; dilediği gibi hareket edebilme
kuvveti; cüz’î irade.
dalâlet:
dinsizlik, inançsızlık,.
Ehl-i İtizal:
Mutezileden olan.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
esir:
tutsak.
güya:
sanki.
hâlık:
yaratan.
halk-ı ef’al:
işleri, fiilleri yaratma;
hayvan ve insanların, kendi fiille-
rinin hakikî müessiri olduğunu id-
dia eden Mutezile fırkasına has bir
tabirdir.
hasis:
adi, alçak, bayağı.
hatim:
mühürleme, mühürlenme.
hazine:
para, altın gibi kıymetli
şeylerin saklandığı sağlam yer.
icap:
gerekme hali, gerekli olma.
ifsat:
fesada uğratma, bozma, ka-
rışıklık çıkarma.
ihtar:
dikkatini çekme, hatırlatma,
uyarı.
irtibat:
bağlantı, münasebet.
isnat:
dayanma, dayandırma.
kabîl:
bu türlü, bu çeşit, bu cins.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri al-
tında bulunma.
Mecusî:
ateşe tapan, Zerdüşt dini-
ni benimseyen, bu dinle ilgili olan,
Zerdüştî.
Mü’min:
iman eden, inanan.
münasebet:
ilgi, alâka, yakınlık.
mutazarrır:
zarar gören, ziyana
uğrayan, zarar görmüş, ziyana uğ-
ramış.
nazım:
sıra, tertip, düzen.
sari:
sirayet eden, bulaşıcı, salgın.
şer:
kötülük, fenalık.
sû-i ihtiyâr:
kötü seçim, seçme-
nin fenalığı.
tabir:
ifade, söz.
tasvir:
bir şeyi yazıyla veya
başka ifade tarzlarıyla anlat-
ma.
tecziye:
cezalandırma, ceza
verme.
temsil:
misal getirme, özellik-
le öğüt alınsın diye mesel an-
latma.
tenezzüh:
kusur ve noksan-
dan uzak olma, kusurlardan
temizlenme.
tenezzül:
kendine aykırı dü-
şen bir işi veya durumu kabul
etme, alçalma.
terettüp:
ait olma, icap etme,
gerekme.
tesir-i hakikî:
gerçek tesir, et-
ki.
üslûp:
ifade yolu, kendine has
ifade veya yazı tarzı.
vakta ki:
ne vakit ki, ne za-
man ki, o zaman ki, olduğu
vakit.
vehim:
zan, şüphe.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kal-
be gelen asılsız kötü ve sinsi
düşünce.
zikir:
anma, bildirme.
zu’m:
batıl inanç, yanlış kana-
at.
1.
Mühürledi, mühür vurdu. (Bakara Suresi: 7.)
2.
İman etmezler. (Bakara Suresi: 6.)
B
akara
S
ureSi
| 128 | İşaratü’l-İ’caz