oldukları hâlde, küfrün ihtiyâr edilmesiyle zulmetli, ıssız
haşerat-ı muzırra yuvasına inkılâp ettikleri için mühür-
lenmiş, kilitlenmiş ki; o korkunç yuvadaki akreplerden
veya yılanlardan içtinap edilmesine işaret edilmiştir.
Ve keza,
(1)
r
ºp
¡p
©r
ª°n
S '
¤n
Yn
h
kelimesiyle, küfür sebebiyle,
kulağa ait pek büyük bir nimeti kaybettiklerine işaret
edilmiştir.
Hatta,kulaktakizar,nur-iimanileışıklandığızaman,
kâinattangelenmanevînidalarıişitir,lisan-ıhâlileyapı-
lanzikirleri,tesbihatlarıfehmeder.Hatta,onur-iiman
sayesinde,rüzgârlarınterennümatını,bulutlarınnaarala-
rını,denizlerindalgalarınınnağamatınıvehakeza,yağ-
mur,kuşvesairegibihernevidenrabbanîkelâmlarıve
ulvîtesbihatıişitir.Sanki,kâinatİlâhîbirmusikidairesi-
dir.Türlütürlüavazlarla,çeşitçeşitterennümatlakalble-
rehüzünleriverabbanîaşklarıintıbaettirmekle,kalble-
ri,ruhlarınuranîâlemleregötürür,pekgaripmisalîlev-
halarıgöstermekle,oruhlarıvekalblerilezzetlere,zevk-
leregarkeder.
Fakat,okulak,küfürletıkandığızaman,oleziz,mane-
vî,yükseksavtlardanmahrumkalır;veolezzetleriiras
edenavazlar,matemseslerineinkılâpeder.Kalbde,oul-
vîhüzünleryerine,ahbabınfıkdanıylaebedîyetimlikler,
malikinademiylenihayetsizvahşetlervesonsuzgurbet-
lerhâsılolur.
adem:
yokluk.
ahbap:
dostlar.
âlem:
kendine has değişik özellik-
leri bulunan yer, diyar.
avaz:
ses.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
fehim:
anlama, anlayış, kavrayış.
fıkdan:
yokluk, bulunmazlık; nok-
sanlık, eksiklik.
garip:
tuhaf, hayret verici.
gark:
boğulma; tamamen içerisi-
ne dalma.
gurbet:
gariplik, yabancılık.
hakeza:
böylece, bunun gibi.
haşerat-ı muzırra:
zararlı böcek-
ler, haşereler.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya çık-
ma.
içtinap:
çekinme, sakınma, uzak
durma.
ihtiyâr:
irade, tercih.
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı Hakka
dair.
inkılâp:
bir hâlden başka bir hâle
geçme, değişme, dönüşme.
intiba:
şekli sureti görünme.
iras:
verme, verilme, sebep olma.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kelâm:
söz, konuşma.
keza:
böylece, aynı şekilde.
küfür:
imansızlık, dinsizlik.
levha:
manzara, görünüş.
leziz:
lezzetli, tatlı.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
mahrum:
bir şeye sahip olama-
yan, yoksun.
malik:
sahip.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
matem:
ölen, kaybedilen şeyin
ardından üzülme ve ağlama.
misalî:
misale ait, nümuneye ait.
musiki:
duygu ve düşünceleri,
sesle ifade etme sanatı, müzik.
naara:
gür, yüksek sesle bağırma,
haykırma, kabadayı tavrıyla bağır-
ma.
nağamat:
nağmeler, güzel sesler,
ahenkler, ezgiler.
nevi:
çeşit.
nida:
ses, seslenme, çağırma.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nimet:
Allah’ın bağışladığı maddî
ve manevî lütuf ve ikramlar.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
nur-i iman:
iman nuru, Al-
lah’ın varlığına, yaratıcılığına
inanmadaki gönül, kalb ve fi-
kir aydınlığı.
rabbanî:
terbiye ve idare
eden Cenab-ı Hakk’a ait.
ruh:
insandaki canlılığın ve di-
riliğin, iradeyle ilgili ve irade
dışı hareketlerin ve idrak ka-
biliyetinin kaynağı, nefs.
sair:
diğer, başka, gayri, öteki.
savt:
ses, seda.
terennümat:
nağme ile söyle-
me, kulağa hoş gelen şarkılar.
tesbihat:
tesbihler, Cenab-ı
Hakkın bütün noksan sıfatlar-
dan uzak ve bütün kemal sı-
fatlara sahip olduğunu ifade
eden sözler.
ulvî:
yüksek, yüce; manevî,
ruhanî.
vahşet:
ürkütücü ve korkunç
olan şey.
yetim:
tek, yalnız, kimsesiz.
zikir:
tesbih ile çeşitli şekiller-
de Esma-i Hüsnayı söyleme,
belli zamanlarda belli duaları
belli miktarda ve belli şekilde
okuma.
zulmet:
karanlık, Allah’ın nu-
rundan mahrum olma hâli.
1.
Kulaklarını da [mühürlemiştir]… (Bakara Suresi: 7.)
B
akara
S
ureSi
| 118 | İşaratü’l-İ’caz