Biz ehl-i sünnet ve ve’l-Cemaat, ehl-i İtizale karşı di-
yoruz ki:
Abd,kesbdenilenmastardanneş’etedenhâ-
sıl-ıbilmastarolaneserehâlıkdeğildir.Abdinelindean-
cakveancakkesbvardır.ziraAllah’tanbaşkamüessir-i
hakikîyoktur.zatentevhiddeöyleister.
sonra, ehl-i Cebre döner, söyleriz ki:
Abd,birağaç
gibi,bütünbütünıztırarvecebiraltındadeğildir.Elinde
küçükbirihtiyârvardır.Çünkü,Cenab-ıHak,Hakîm’dir;
cebirgibizulümleriintaçedenşeylerdenmünezzehtir.
Sual:
Cüz-i ihtiyârî denilen şey nedir? ne kadar etra-
fı kazılırsa, altından cebir çıkıyor. Bu, nasıl bir şeydir?
Cevap:
Birincisi
: Fıtrat ile vicdan, ihtiyârî emirleri ıztı-
rarî emirlerden tefrik eden gizli bir şeyin vücuduna şaha-
det ediyorlar. tayin ve tabirine olan acz, vücuduna halel
getirmez.
İkincisi
: Abdin bir fiile olan meyelânı, eş’arîlerin mez-
hebi gibi, mevcut bir emir ise de, o meyelânı bir fiilden
diğer bir fiile çevirmekle yapılan tasarruf, itibarî bir emir
olup, abdin elindedir.
eğer, Matüridîlerin mezhebi gibi, o meyelânın bizzat
bir emr-i itibarî olduğuna hükmedilirse, o emr-i itibarînin
sübut ve tayini, kendisinin bir illet-i tamme olduğunu is-
tilzam etmez ki, irade-i külliyeye ihtiyaç kalmasın. Çün-
kü, çok defalar, meyelânın vukuunda fiil vaki olmaz.
Hülâsa
: Âdetullahın cereyanı üzerine, hâsıl-ı bilmasta-
rın vücudu, mastara mütevakkıftır. Mastarın esası ise,
hüküm:
verilen karar.
hülâsa:
kısaca, sözün kısası.
ihtiyâr:
irade, tercih.
ihtiyârî:
irade ile, kendi isteği ile
seçerek ve hareket ederek.
illet-i tamme:
her hangi bir şeyin
var olması için lâzım gelen sebep-
lerin tamamı.
intaç:
netice verme, sonuç doğur-
ma, sonuçlanma, sebep olma.
irade-i külliye:
küllî irade, Cenab-
ı Hakkın her şeye hâkim olan ve
her şeyi içine alan iradesi; Cenab-
ı Hakkın, her istediğini yapabilme
gücü, kudreti ve her şeye şamil
olan emri ve iradesi.
istilzam:
gerektirme.
itibarî:
gerçek olmayan, varsayı-
lan.
ıztırar:
mecburiyet, zorunluluk,
çaresizlik, ihtiyaç.
ıztırarî:
mecburî, zorunlu.
kesb:
çalışarak elde etme, çalışa-
rak kazanma.
mastar:
fiil (iş, hareket, oluş bildi-
ren kelime) kökü.
meyelân:
meyletme, bir tarafa
eğilme.
mezhep:
dinde tutulan yol, dinde
anlayış ve ibadet yolu.
müessir-i hakikî:
hakikî tesir sa-
hibi, hakikî tesir edici.
münezzeh:
arınmış, tenzih edil-
miş, uzak.
mütevakkıf:
bir şeye bağlı olan,
ancak onunla olabilen.
neş’et:
meydana gelme, ileri gel-
me, hâsıl olma, oluşma.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
sual:
soru.
sübut:
sabit olma, ispatlanma.
tabir:
yorum, yorumlama.
tasarruf:
idare etme, kullanma.
tayin:
belirleme, yerini belli etme.
tefrik:
birbirinden ayırma, seçme,
ayırdetme, ayrı tutma.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna inan-
ma, birleme.
vaki:
vuku bulan, olan.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şer-
den ayırt etmeye yardımcı olan
ahlâkî duygu.
vuku:
olma, meydana gelme, or-
taya çıkma, oluş.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa, iş-
kence.
İşaratü’l-İ’caz | 123 |
k
alBlerin
m
ühürlenmeSi
abd:
kul.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
âdetullah:
Allah’ın tabiata
koyduğu yaratılışa ait kanun-
lar.
bizzat:
doğrudan doğruya.
cebir:
zor, zorlama, baskı yap-
ma.
cenab-ı Hak:
Allah.
cüz-i ihtiyârî:
Cenab-ı Hak ta-
rafından insana verilen arzu
serbestliği; dilediği gibi hare-
ket edebilme kuvveti; cüz’î
irade.
Ehl-i cebir:
Cebriye, Cebriye
fırkasından olan.
Ehl-i İtizal:
Mutezileden olan.
Ehl-i Sünnet vel’-cemaat:
hz.
Muhammed’in (
ASM
) söz ve ha-
reketlerine kesin ve sağlam
delillerle uyan, Sahabe ve on-
lara tâbi olanların mezhebi ve
o mezhebe uyan.
emr-i itibarî:
gerçekte var ol-
madığı hâlde var sayılan iş, ol-
gu.
Eş’arî:
Eş’arî mezhebine men-
sup olan.
fiil:
iş, hareket.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç,
huy.
Hakîm:
her şeyi bir maksatla
uygun ve hikmetle yaratan,
hikmet sahibi Allah.
halel:
bozukluk, eksiklik.
hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya
çıkma.
hâsıl-ı bilmastar:
gerçek tesir
sahibinden meydana gelen fi-
il. (ateş ederek bir adamı öl-
dürmede, ateş etmek mastar,
adamın ölmesi hâsıl-ı bilmas-
tardır.