*n
G
: zamir-i mütekellimin yerine ism-i zahirin gelme-
si, tekellümden gaybete iltifattır. Ve bu iltifatta lâtif bir
nükte vardır. Şöyle ki:
(1)
n
¿ƒo
æp
erD
ƒo
j n
’
’den sonra
(2)
$É p
H
mukadder ve menvî
(maksut) olduğuna nazaran, sanki nur-i marifet onların
kalblerinin kapılarına geldiği zaman kalblerini açıp kabul
etmediklerinden, Allah da gadaba gelerek kalblerini hat-
metti.
(3)
'
¤n
Y
:
(4)
n
ºn
àn
N
fiil-i müteaddî olduğu hâlde
'
¤n
Y
ile zik-
redilmesi, hatmedilen kalbin dünyaya bakan kapısı değil,
ancak ahirete nazır olan kapısı seddedilmiş olduğuna işa-
rettir.
Ve keza, hatmin alâmet-i manasını ifade eden
vesm
’i
(damga) tazammun ettiğine işarettir. sanki, o hatim, o
mühür, kalblerinin üstünde sabit bir damgadır ve silin-
mez bir alâmettir ki, daima melâikeye görünür.
Sual:
Bu ayette kalbin sem' ve basara takdimindeki
hikmet nedir?
Cevap:
kalb imanın mahalli olduğu gibi, en evvel
sânii arayan ve isteyen ve sâniin vücudunu delâiliyle ilân
eden, kalb ile vicdandır. zira kalb, hayat malzemesini dü-
şünürken, en büyük bir acze maruz kaldığını hisseder et-
mez, derhal bir nokta-i istinadı; kezalik, emellerinin ten-
miyesi (nemalandırmak) için bir çare ararken, derhal
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
iltifat:
sözün akışını değiştirme;
bir bahis sırasında, beklenmedik
zamanda sözü ilgili birine yönelt-
me sanatı.
ism-i zahir:
açık olan, açıkta olan,
görünen isim.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kezalik:
keza, bu da öyle, böyle-
ce.
lâtif:
tatlı, şirin.
mahalli:
bir yere mahsus, bir ye-
re has olan.
maksut:
istenilen şey, istek, arzu,
gaye.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri al-
tında bulunma.
melâike:
melek, melekler.
menvî:
kastedilen, niyet, maksat,
meram.
mukadder:
takdir edilmiş.
nazaran:
nispeten, kıyaslayarak,
göre.
nazır:
nazar eden, bakan.
nema:
çoğalma, artma.
nokta-i istinat:
dayanak noktası,
güvenme ve itimat noktası.
nükte:
ince manalı, ancak dikkat-
le anlaşılabilen mana veya söz.
nur-i marifet:
Allah’ı tanımanın,
bilmenin sebep olduğu nur, aydın-
lık.
sabit:
durağan, değişmeyen.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
sem:
işitme.
set:
mâni, perde, engel.
sual:
soru.
takdim:
arz etme, sunma.
tazammun:
ihtiva etme, içine al-
ma, içinde bulundurma.
tekellüm:
söyleme, konuşma, lâf
etme; gr. hazırda bulunan kişi ile
konuşma.
tenmiye:
artırma, bereketlendir-
me.
vesm:
dağlama, damgalama.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şer-
den ayırt etmeye yardımcı olan
ahlâkî duygu.
zamir-i mütekellim:
mütekellim
zamiri, konuşanın yerini tutan za-
mir.
zikir:
anma, bildirme.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ahiret:
öbür dünya, ikinci ha-
yat.
alâmet:
belirti, işaret, iz.
alâmet-i mana:
mana belirti-
si, anlam işareti.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
basar:
görme.
damga:
bir şeyin üzerine işa-
ret veya alâmet koymak.
delâil:
deliller.
emel:
istek, arzu, talep, bek-
lenti.
evvel:
önce.
fiil-i müteaddî:
geçişli, etken
fiil, nesne isteyen fiil.
gadap:
kızgınlık, hiddet, öfke.
gaybet:
bir şeyin diğer bir şey
içinde kaybolması; gramerde
3. şahıs.
hâlde:
şimdiki zamanda, du-
rumda, vaziyette, keyfiyette,
tavırda.
hatim:
mühürleme, mühür-
lenme.
hatmedilme:
mühürlenme.
1.
İman etmezler. (Bakara Suresi: 6.)
2.
Allah’a.
3.
Üzerine. (Bakara Suresi: 7.)
4.
Mühür vurdu. (Bakara Suresi: 7.)
İşaratü’l-İ’caz | 129 |
k
alBlerin
m
ühürlenmeSi