sonra,
nâs
tabirinden birkaç letaif çıkıyor:
Birincisi
: kur’ân’ın, münafıkların şahıslarını tayin et-
meyerek umumî bir sıfatla onlara işaret etmesi, resul-i
ekrem’in (
AsM
) siyasetine daha münasiptir. zira müna-
fıkların şahıslarının tayiniyle kabahatleri yüzlerine vurul-
saydı, mü’minler nefsin desisesiyle vesveseye düşerlerdi.
Hâlbuki, vesvese havfa, havf riyaya, riya nifaka müncer
olur.
Ve keza, eğer kur’ân onları tayinle takbih etseydi,
“resul-i ekrem (
AsM
) mütereddittir, etbaına emniyeti
yoktur” denilecekti.
Ve keza, bazen kötülük ifşa edilmezse, tedricen zail ol-
ması ihtimali vardır. Fakat, teşhir edildiği takdirde, kötü-
lüğü yapan kimsenin hiddetini tahrik eder, fenalığı daha
fazla yapmasına bais olur.
Ve keza,
nâs
gibi umumî bir sıfatın nifaka münafi ol-
ması, hususî sıfatların daha ziyade münafi olmasına de-
lâlet eder. zira, insan mükerremdir. Bu gibi rezaleti işle-
mek, insaniyetin şanından değildir.
Ve keza,
nâs
tabiri, nifakın bir taife veya bir tabakaya
mahsus olmayıp, hangi taife olursa olsun, insan nev’in-
de bulunmasıdır.
Ve keza,
nâs
tabiri, nifak bütün insanların haysiyet ve
şereflerini ihlâl eden bir rezalet olduğundan, enzar-ı am-
meyi nifakın aleyhine çevirtmekle izale ve adem-i intişa-
rına çalışmaları lüzumuna işarettir.
resul-i Ekrem:
çok cömert, kerîm
olan peygamber, Hz. Muhammed
(
ASM
).
rezalet:
arsızlık, utanmazlık, hayâ-
sızlık.
riya:
özü sözü bir olmamak, inan-
dığı gibi hareket etmeyiş, iki yüz-
lülük.
şan:
şöhret, ün.
şeref:
onur, haysiyet.
sıfat:
hâl, keyfiyet, nitelik, vasıf.
siyaset:
idare etme, yönetme, po-
litika.
tabir:
ifade.
tahrik:
bir kimseyi kötü bir iş yap-
ması için ileri sürme, kışkırtma.
taife:
kavim, kabile.
takbih:
çirkin görme, ayıplama, kı-
nama.
tayin:
belirleme, yerini belli etme.
tedricen:
tedriçle, yavaş yavaş,
azar azar, derece derece.
teşhir:
ilân etme, herkese duyur-
ma, gösterme.
umumî:
genel.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kalbe
gelen asılsız kötü ve sinsi düşün-
ce.
zail:
sona eren, yok olan.
ziyade:
çok, fazla.
İşaratü’l-İ’caz | 139 |
m
ünafıklar
B
ahSi
adem-i intişar:
intişar etme-
me, yayılmama.
aleyh:
karşı, karşıt.
bais:
sebep olan.
delâlet:
alâmet, işaret, iz.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
enzar-ı amme:
bir mesele
hakkında halkın fikri, düşün-
cesi, genel görüş, kamuoyu,
efkâr-ı umumiye.
etba:
birinin sözüne, işine,
mesleğine uyanlar.
havf:
korku, korkma.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hususî:
özel.
ifşa:
duyurma, gizli bir şeyi
yayma.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
ihtimal:
olabilirlik.
insaniyet:
insanlık, insanlık
mahiyeti.
izale:
zevale erdirme, yok et-
me.
kabahat:
kusur, suç.
keza:
böylece, aynı şekilde.
letaif:
güzellikler, incelikler.
mü’min:
iman eden, inanan.
mükerrem:
aziz, saygıdeğer,
muhterem.
münafi:
zıt, aykırı.
münafık:
nifak sokan, ara bo-
zucu; kalbinde küfrü gizlediği
hâlde Müslüman görünen.
münasip:
uygun.
müncer:
varıp sona eren, ne-
ticelenen.
mütereddit:
tereddüt eden,
kararsız.
nâs:
insanlar.
nefis:
kişinin kendisi, iyiliğe de
kötülüğe de meyli olan duy-
gu.
nevi:
tür, çeşit.
nifak:
ikiyüzlülük, münafıklık.