evet, vakta ki en evvel kur’ân’ın senasıyla başlandı;
sonra mü’minlerin methine intikal etti, sonra kâfirlerin
zemmine incirar etti, sonra insanların kısımlarını ikmal
etmek için münafıkların kıssası zikredildi.
Sual:
kâfirlerin zemmi hakkında yalnız iki ayetle ikti-
fa edilmiştir. on iki ayetin hülâsasıyla münafıklar hakkın-
da yapılan itnap neye binaendir.
Elcevap:
Münafıklar hakkında itnabı, yani tatvili icap
ettiren birkaç nükte vardır:
Birincisi
: düşman, meçhul olduğu zaman daha zarar-
lı olur, kandırıcı olursa daha habis olur, aldatıcı olursa fe-
sadı daha şedit olur, dâhilî olursa zararı daha azîm olur.
Çünkü, dâhilî düşman kuvveti dağıtır, cesareti azaltır; ha-
rici düşman ise, bilakis asabiyeti şiddetlendirir, salâbeti
arttırır.
nifakın cinayeti, İslâm üzerine pek büyüktür. Âlem-i
İslâm’ı zelzeleye maruz bırakan nifaktır. Bunun içindir ki,
kur’ân-ı Azîmüşşan ehl-i nifaka fazlaca teşniat ve takbi-
hatta bulunmuştur.
İkincisi
: Münafık olan, mü’minlerle ihtilât ede ede,
yavaş yavaş ünsiyet kesbeder, imanla ülfet peyda eder;
gerek kur’ân’dan, gerek mü’minlerden nifakın kötülüğü
hakkındaki sözleri işite işite, pis hâletten nefret eder. en
nihayet, lisanından kelime-i tevhidin kalbine damlama-
sına zemin hazırlamak için itnap yapılmıştır.
Muhammedün Resulullah cümle-
si.
kesb:
kazanma.
kıssa:
ibret verici hikâye.
Kur’ân-ı azîmüşşan:
şan ve şerefi
yüce olan Kur’ân.
lisan:
konuşma dili.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri al-
tında bulunma.
meçhul:
bilinmeyen, hakkında bil-
gi olmayan.
medih:
övme.
mü’min:
iman eden, inanan.
münafık:
nifak sokan, ara bozucu;
kalbinde küfrü gizlediği hâlde
Müslüman görünen.
nifak:
ikiyüzlülük, münafıklık.
nihayet:
en sonunda.
nükte:
ince manalı, ancak dikkat-
le anlaşılabilen mana veya söz.
peyda:
meydana gelme, açığa çık-
ma.
salâbet:
Metanet, manevî kuvvet,
dayanma, sebat.
şedit:
tesirli.
sena:
methetme, övme.
sual:
soru.
takbihat:
takbihler, ayıplamalar,
çirkin görmeler.
tatvil:
uzatma, uzatılma.
teşniat:
çirkin bulmalar, ayıpla-
malar, kötülemeler.
ülfet:
alışma, kaynaşma, dostluk.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dostluk.
vakta ki:
ne vakit ki, ne zaman ki,
o zaman ki, olduğu vakit.
zelzele:
ırgalama, sarsma.
zem:
yerme, kınama, ayıplama.
zemin:
yer.
zikir:
anma, bildirme.
İşaratü’l-İ’caz | 137 |
m
ünafıklar
B
ahSi
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
asabiyet:
aşırı taraftarlık.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
azîm:
büyük.
bilakis:
aksine, tersine.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
cinayet:
cana kıyma, katl ve-
ya bu derecede ağır bir suç.
dâhilî:
içe ait, içe dönük, iç ile
ilgili.
ehl-i nifak:
iki yüzlü kimseler,
münafıklar, ara bozucular.
evvel:
önce.
fesat:
fenalık, kötülük, arabo-
zanlık.
habis:
fesatçı, hilekâr, alçak,
kötü, pis, soysuz.
hâlet:
hâl, durum.
haricî:
dışa ait, dışarı ile ilgili.
hülâsa:
kısaca, özet.
icap:
gerekme hâli, gerekli ol-
ma.
ihtilât:
karışıp görüşme, bera-
ber yaşama.
ikmal:
tamamlama, bitirme,
eksik, ve noksan bırakmama.
iktifa:
yeterli bulma, kâfi gör-
me.
iman:
inanç, itikat.
incirar:
bir neticeye doğru çe-
kilerek sona erme, çekilip bir
sona erme.
intikal:
geçme, bulaşma, sira-
yet etme.
itnap:
sözün uzun tutulması,
uzatılması; daha kısa anlatımı
mümkün olduğu hâlde uzun
anlatımı tercih etme.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti in-
kâr eden, dinsiz.
Kelime-i tevhid:
tevhid-i İlâ-
hîyi ifade eden lâ ilâhe illallah