Sual:
kâfirin o cezasının adalete uygun olduğunu tes-
lim ettik. Fakat, azapları intaç eden şerlerden hikmet-i
ezeliyenin ganî olduğuna ne diyorsun?
Cevap:
kavaid-i esasiyedendir ki,
arasıravukuagelen
şerr-ikaliliçinhayr-ıkesîrterkedilmez;terkedildiğitak-
dirde,şerr-ikesîrolur.
Binaenaleyh, hakaik-ı nisbiyenin
sübutunu izhar etmek, hikmet-i ezeliyenin iktizasından-
dır. Bu gibi hakaikın tezahürü, ancak şerrin vücuduyla
olur. Şerden, haddi tecavüz etmemek için, terhip ve tah-
vif lâzımdır. terhibin vicdan üzerine tesiri terhibi tasdik
etmekle olur. terhibin tasdiki ise, haricî bir azabın vücu-
duna mütevakkıftır. zira vicdan; akıl ve vehim gibi, hari-
cî ve ebedî hakikat hükmüne geçmiş bir azaptan yapılan
terhiple müteessir olur. öyle ise, dünyada olduğu gibi,
ahirette de ateşin vücudundan yapılan terhip, tahvif,
ayn-ı hikmettir.
Sual:
pekâlâ, o ebedî ceza hikmete muvafıktır; kabul
ettik. Amma, merhamet ve şefkat-i İlâhiyeye ne diyor-
sun?
Cevap:
Azizim! o kâfir hakkında iki ihtimal var. o
kâfir ya ademe gidecektir veya daimî bir azap içinde
mevcut kalacaktır. Vücudun –velev cehennemde olsun–
ademden daha hayırlı olduğu vicdanî bir hükümdür. zi-
ra,
adem,şerr-imahzolduğugibi,bütünmusibetvema-
siyetlerindemerciidir;vücutise,velevcehennemdeol-
sa,hayr-ımahzdır
.
dırma.
izhar:
açığa vurma, meydana çı-
karma, aşikâr etme.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kavaid-i esasiye:
temel kaideler.
masiyet:
günah, kötü şey.
merci:
merkez, kaynak.
mevcut:
varlık, var olan.
musibet:
felâket, belâ.
müteessir:
teessüre kapılan, hü-
zünlü, kederli, mahzun.
mütevakkıf:
varlığı bir şeye bağlı
olma.
muvafık:
uygun, münasip.
şefkat-i İlâhiye:
Cenab-ı Hakkın
merhameti ve şefkati.
şer:
kötülük.
şerr-i kalil:
az miktardaki günah,
kötülük; zararı az miktarda olan.
şerr-i kesîr:
büyük kötülük, çok
olan fenalık; daha büyük günah.
şerr-i mahz:
tamamen kötülük,
iyi tarafı hiç olmayan; zararı, fena-
lığı yüzde yüz olan şer ve musi-
bet.
sual:
soru.
sübut:
açık olma, meydana çık-
ma.
tahvif:
korkutma, korkuya düşür-
me, ürkütme.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
terhip:
korkutma.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
vehim:
zan, şüphe.
velev:
olsa da bile, hatta, ister.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şer-
den ayırt etmeye yardımcı olan
ahlâkî duygu.
vücut:
var olma, var oluş, varlık.
vuku:
olma, gerçekleşme, meyda-
na gelme.
İşaratü’l-İ’caz | 135 |
k
alBlerin
m
ühürlenmeSi
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilme-
si, hakkaniyet, âdillik.
adem:
yokluk.
ahiret:
öbür dünya, ikinci ha-
yat.
amma:
ama, lakin, ancak.
ayn-ı hikmet:
tamamen fay-
dalı ve gayeli, hikmetin tâ
kendisi.
azap:
günahlara karşı çekile-
cek ceza, eziyet, işkence.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
daimî:
sürekli, devamlı.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
Ganî:
bütün varlıklara sahip,
zengin olan Allah.
hadd-i tecavüz:
sınırı aşma,
aşırı gitme.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakaik-ı nisbiye:
benzer ha-
kikatler.
hakikat:
gerçek, esas.
haricî:
dışa ait, dışarı ile ilgili.
hayr-ı kesîr:
çok hayır, içinde
pek çok hayır ve fayda bulu-
nan.
hayr-ı mahz:
mutlak hayır,
hayrın ta kendisi.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep.
hikmet-i Ezeliye:
Cenab-ı
Hakkın sonsuz ilmi ve maksa-
dı.
hükmüne:
yerine, değerine.
hüküm:
emir, bir konu hak-
kında verilen karar.
ihtimal:
olabilirlik.
iktiza:
gerektirme, lüzumlu
kılma.
intaç:
netice verme, sonuçlan-