Bu sırra binaendir ki, şeriatça bazı savtlar helâl, bazı-
ları da haram kılınmıştır.
evet, ulvî hüzünleri, rabbanî aşkları iras eden sesler
helâldir. Yetimâne hüzünleri, nefsanî şehevatı tahrik
eden sesler haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise,
senin ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır.
(1)
l
In
hÉn
°ûp
Z r
ºp
gp
QÉn
°ür
Hn
G '
¤n
Yn
h
: Bu cümle ile rü’yete, yani gö-
ze ait büyük bir nimet-i basariyenin küfürle kaybolduğu-
na işaret edilmiştir. zira, gözün nuru, nur-i imanla ışıkla-
nırsa ve kavileşirse, bütün kâinat gül ve reyhanlarla mü-
zeyyen bir cennet şeklinde görünür. gözün göz bebeği
de, bal arısı gibi, bütün kâinat safhalarında menkuş gül
ve çiçek gibi delillerinden, bürhanlarından alacağı ibret,
fikret, ünsiyet gibi usare ve şıralarından vicdanda o tatlı
imanlı balları yapar.
eğer o göz küfür zulmetiyle kör olursa, dünya, geniş-
liğiyle beraber, bir hapishane şekline girer; bütün haka-
ik-ı kevniye, nazarından gizlenir; kâinat ondan tevahhuş
eder; kalbi ahzan ve ekdar ile dolar.
(2)
l
º«/
¶n
Y l
ÜGn
òn
Y r
ºo
¡n
dn
h
cümlesiyle, küfür şeceresinin ahire-
te ait zakkum gibi semeresine işaret edilmiştir.
(3)
n
¿ƒo
æp
erD
ƒo
j n
’
kelimesi ise, inzar ile adem-i inzar arasındaki müsavata
nassederek,
(4)
l
ABG n
ƒ°n
S
kelimesine te’kittir.
ó
®
ò
kavi:
kuvvetli, güçlü, dayanıklı,
metin, muhkem.
küfür:
imansızlık, dinsizlik.
menkuş:
nakşolunmuş, işlenmiş,
nakış yapılmış, boya ile süslenmiş.
müsavat:
müsavilik, eşitlik, her
bakımdan aynı derecede olma.
müzeyyen:
ziynetlendirilmiş, süs-
lenmiş, süslü, bezenmiş, donan-
mış.
nas:
kesin delil, açık hüküm, hüc-
cet, bürhan.
nassetmek:
delil getirmek, açıkla-
mak.
nazar:
düşünme, fikir, mülâhaza,
niyet.
nefsanî:
nefisle ilgili, nefsin arzu-
larına ait.
nimet-i basariye:
görme ile ilgili
nimet, Cenab-ı Hakkın ihsan ettiği
görme, göz nimeti.
nur:
hayat.
nur-i iman:
iman nuru, Allah’ın
varlığına, yaratıcılığına inanmada-
ki gönül, kalb ve fikir aydınlığı.
rabbanî:
terbiye ve idare eden
Cenab-ı Hakka ait.
reyhan:
fesleğen.
rü’yet:
görme, gözle görme.
ruh:
insandaki canlılığın ve dirili-
ğin, iradeyle ilgili ve irade dışı ha-
reketlerin ve idrak kabiliyetinin
kaynağı, nefis.
safha:
devre, merhale.
savt:
ses, sadâ.
şecere:
ağaç.
şehevat:
şehvetler.
semere:
meyve, yemiş.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi.
sır:
gizli hakikat.
şira:
satın alma, satın alınma.
tahrik:
hareket ettirme, harekete
geçirme.
tayin:
belirleme.
tesir:
etki.
tevahhuş:
korkulu bir şekilde
emin olmayarak bakma.
ulvî:
yüksek, yüce; manevî, ruha-
nî.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dostluk.
usare:
sıkılan meyveden çıkan su.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şer-
den ayırt etmeye yardımcı olan
ahlâkî duygu.
yetimâne:
yetime yakışacak yol-
da, yetime yakışacak şekilde, ye-
tim olarak.
zakkum:
cehennemde yetişen bir
ağaç.
zulmet:
karanlık, Allah’ın nurun-
dan mahrum olma hâli.
adem-i inzar:
korkutmamak,
uyarmamak.
ahiret:
ebedi hayat, ikinci ha-
yat.
ahzan:
hüzünler, kederler, sı-
kıntılar, tasalar.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
ekdar:
kederler, hasaretler,
gamlar, tasalar, kaygılar.
fikret:
düşünme, tefekkür, te-
emmül, fikir, düşünülen şey.
hakaik-ı kevniye:
yaradılışa,
varlıklara ait olan hakikatler.
haram:
İslâmiyetçe yasakla-
nan işler.
helâl:
Allah’ın müsaade ettiği
şey, günah olmayan şey.
hüküm:
emir, bir konu hak-
kında verilen karar.
ibret:
bir olaydan, kötü bir du-
rumdan ders alma, ders çıkar-
ma.
inzar:
uyarma, uyarı.
iras:
verme, verilme, sebep ol-
ma.
1.
Gözleri üzerinde de hakkı görmelerine mani bir perde vardır. (Bakara Suresi: 7.)
2.
Onlar için pek büyük bir azap vardır. (Bakara Suresi: 7.)
3.
İman etmezler. (Bakara Suresi: 6.)
4.
Birdir, müsavidir. (Bakara Suresi: 6.)
İşaratü’l-İ’caz | 119 |
k
üfrün
m
ahiYeTi