İşte, böylece teselsül eden şu hikmetten dolayı,
kur’ân-ı kerîm, aleddevam, tergipten sonra terhip; ve
ebrarı methettikten sonra füccarı zemmetmiştir.
Sual:
Bu cümle ile
(1)
m
º«/
ën
L »/
Ø n
d n
QÉs
éo
Ør
dG s
¿
p
Gn
h @ m
º«/
©n
f »/
Ø n
d n
QGn
ôr
Hn
’r
G s
¿
p
G
cümlesi ara-
sında ne gibi bir fark vardır ki, orada atıf var, burada
yoktur.
Cevap:
Atfın hüsnü, münasebetin hüsnüne bakar.
Hüsn-i münasebet, her iki cümleden takip edilen garaz
ve maksadın bir olmasına mütevakkıftır. Hâlbuki, orada-
ki maksat, burada yoktur. Burada birinci cümledeki mak-
sat, kur’ân’ın methine incirar eden mü’minlerin methi-
dir. İkinci cümleden maksat, yalnız tahvif ve terhip için,
kâfirlerin zemmidir. Bu ise, kur’ân’ın methiyle alâkadar
değildir.
Sonrabucümleninihtivaettiğieczanınnazmında
tezahüredenletaifcihetinebakalım:
(2)
s
¿p
G
ile
(3)
n
øj/
ò s
dn
G
, mevkilere göre ifade ettikleri nükte-
lerden maada, belâgatçe kıymetli sayılan iki nükteyi da-
ha tazammun etmişlerdir ki, kur’ân pek çok yerlerinde
n
øj/
ò s
dn
G
ile
s
¿p
G
’yi mükerreren zikretmiştir.
tahkiki ifade eden
s
¿ p
G
’deki nükte şöyle tasvir edilebi-
lir ki:
s
¿ p
G
herhangi bir cümlede bulunursa, o cümlenin da-
mını deler, hakikate nüfuz eder ve o davayı veya hükmü
hüsn-i münasebet:
güzel alâka,
iyi ilişki, güzel uygunluk.
hüsün:
tamamlık, eksiksizlik, ol-
gunluk.
ihtiva:
içine alma, kapsama.
incirar:
bir neticeye doğru çekile-
rek sona erme, çekilip bir sona er-
me.
kâfir:
Allah’ı ve İslamiyeti inkar
eden, dinsiz.
kıymet:
değer.
letaif:
güzellikler, incelikler.
maada:
başka, gayri, -den başka.
maksat:
kastedilen şey; gaye.
medih:
övme.
mevki:
yer, makam.
mü’min:
iman eden, inanan.
mükerreren:
mükerrer olarak,
tekrar olarak, tekrar be tekrar.
münasebet:
ilgi, ilişki; münasiplik,
uygun olma.
mütevakkıf:
bir şeye bağlı olan,
ancak onunla olabilen.
nazım:
sıra, tertip, düzen.
nüfuz:
içe geçme, işleme.
nükte:
bir söz veya ibareden hu-
susî bir dikkatle çıkarılan gizli ma-
na.
sual:
soru.
tahkik:
inceleme, araştırma.
tahvif:
korkutma, korkuya düşür-
me, ürkütme.
tasvir:
bir şeyi yazıyla veya başka
ifade tarzlarıyla anlatma.
tazammun:
ihtiva etme, içine al-
ma, içinde bulundurma.
tergip:
rağbet verme, isteklendir-
me.
terhip:
korkutma.
teselsül:
arda arda gelme, birbiri-
ni takip etme, zincirleme.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
zem:
yerme, kınama, ayıplama.
zikir:
anma, bildirme.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
aleddevam:
devamlı olarak,
daimî suretle, boyuna, sürekli
olarak.
arz:
söyleme, ifade etme.
atıf:
bir şeyin oluşunu diğer
bir şeye bağlama, yükleme,
isnat etme.
belâgat:
sözün düzgün, kusur-
suz, yerinde ve hâlin ve ma-
kamın icabına göre söylenme-
sini öğreten ilmin adı, edebi-
yat kaideleri ile ilgili ilim.
cihet:
yön, sebep, vesile.
dam:
tuzak, ağ, hile.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
ebrar:
hayır sahipleri, iyiler,
dindarlar, sözü özü doğru
olanlar.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
füccar:
günahkârlar, fena huy-
lular.
hakikat:
gerçek.
hikmet:
kâinattaki ve yaratı-
lıştaki İlâhî gaye.
hüküm:
emir, bir konu hak-
kında verilen karar.
1.
İhlâs ile kulluk edenler, nimetlerle dolu Cennet içindedir. • Günaha dalan kâfirler ise Ce-
hennem ateşindedir. (İnfitar Suresi: 13-14.)
2.
Muhakkak ki. (Bakara Suresi: 6.)
3.
Onlar ki. (Bakara Suresi: 6.)
İşaratü’l-İ’caz | 109 |
k
üfrün
m
ahiYeTi