evet, her bir
(1)
n
?p
B Ä '
`dho
G
mâkabline bir fezleke, bir icmal-
dir. Fakat erkân-ı İslâmiye mehaz tutulmakla, birinci
n
?p
B Ä '
`dho
G
’nin birinci
(2)
n
øj/
ò s
dGn
h
’ye rabtı, ikincisinin de ümmî
mü'minlere tahsisi; ve keza erkân-ı imaniye ile yakin me-
haz tutulmakla, ikinci
n
?p
B Ä '
`dho
G
’nin ikinci
n
øj/
ò s
dGn
h
’ye rabtı
ve ikisinin de ehl-i kitap mü’minlere ircaı daha evlâdır.
İkincisi:
n
?p
B Ä '
`dho
G
’nin tekrarı, her iki saadetin gerek hi-
dayete, gerek onların medih ve senalarına müstakil ve
ayrı ayrı gayeler ve sebepler olduklarına işarettir. Fakat
ikinci
n
?p
B Ä '
`dho
G
’nin hükmüyle beraber, birinci
n
?p
B Ä '
`dho
G
’ye
işareti daha evlâdır.
Üçüncüsü:
zamirü’l-fasıl olan
3
r
ºo
g
, ehl-i kitaptan olup
Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma iman et-
meyenlere bir tariz olmak üzere bu cümle ile yapılan
hasrı te’kit etmekle beraber, güzel bir nükteyi tazammun
etmiştir. Şöyle ki:
Müpteda ile haber arasında bulunan
r
ºo
g
zamiri, müpte-
dayı çok haberlere müpteda yapar ve bu gibi haberlerin
tayinini de hayale havale eder. Yani, haberlerin mahdut
ve muayyen olmadığını hayale arz etmekle, hayali müna-
sip haberleri taharri etmeye teşvik eder. nasıl ki zeyd’i
ele almakla, “zeyd âlimdir, zeyd fazıldır, zeyd güzeldir”
gibi zeyd’in sıfatlarından çok hükümleri dizebilirsin.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘salât ve
selâm onun üzerine olsun’ anla-
mında Hz. Muhammed’e dua.
âlim:
çok okumuş, bilen, bilgili,
bilgin.
arz:
sunma, bildirme.
ehl-i kitap:
Kur’ân-ı Kerîm’de ge-
nellikle Yahudîler ve Hristiyanlar
için kullanılan tabir.
erkân-ı imaniye:
imana ait esas-
lar.
erkân-ı İslâmîye:
İslâmiyetin
esasları, temelleri, rükünleri.
evlâ:
daha uygun, daha lâyık, da-
ha iyi.
fazıl:
fazilet sahibi, ilim ve irfanı
üstün.
fezleke:
özet, netice.
hasr:
yalnız bir şeye veya kişiye
mahsus kılma.
havale:
bir şeyi başkasının üstü-
ne bırakma.
hidayet:
doğru inanç ve yaşayış
üzere olmak.
hüküm:
karar, emir.
icmal:
öz, özet.
iman:
inanma, itikat.
irca:
geri çevirme, geri döndürme.
keza:
böylece, aynı şekilde.
mahdut:
sınırlı, belirli.
mâkabl:
öndeki, üstteki.
medih:
övmek.
mehaz:
menba, bir şeyin aslının
alındığı kaymak.
muayyen:
tayin edilmiş, belli, be-
lirli.
mü’min:
iman eden, inanan.
münasip:
uygun.
müpteda:
başlangıç, baş.
müpteda:
isim cümlelerinde öz-
ne.
müstakil:
başlı başına, bağımsız.
nükte:
ilk bakışta görülemeyen,
dikkatli bakış ve inceleme ile
anlaşılabilen mana.
rabıt:
bağlamak, bitiştirmek.
saadet:
mutluluk.
sena:
methetme, övme.
sıfat:
hâl, keyfiyet, nitelik, va-
sıf.
taharri:
arama, araştırma.
tahsis:
has kılma, ayırma.
tariz:
kinayeli söz söyleme sa-
natı.
tayin:
yerini belli etme.
tazammun:
ihtiva etme, içine
alma, içinde bulundurma.
te’kid:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma.
ümmî:
okuma yazması olma-
yan, okumamış.
yakin:
açık-seçik ve kesin bil-
gi.
zamir:
ismin yerini tutan keli-
meler.
zamirü’l-fasıl:
ayırma zamiri,
meselâ, “onlar” zamiri böyle-
dir.
zeyd:
eski fetva metinlerinde
erkeği temsil etmek için kul-
lanılan isimlerden biri.
1.
Onlar. (Bakara Suresi: 5.)
2.
Onlar ki… (Bakara Suresi: 4.)
3.
Onlar. (Bakara Suresi: 5.)
B
akara
S
ureSi
| 106 | İşaratü’l-İ’caz