kapılarını açmıştır. Ve bütün enbiya-i izamın bu hakikat
üzerine icmaları, bir hüccet-i kàtıadır.
DokuzuncuBürhan:
on üç asırdan beri yedi ve-
cihle i’cazı tasdik edilen kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın haşir
hakkındaki beyanatı, saadet-i ebediyenin geleceğine kâ-
fi bir delil değil midir? Başka bir delile ihtiyaç var mıdır?
OnuncuBürhan:
Bu bürhan, binlerce bürhanları
müçtemidir. Bu bürhanları çok ayetler tazammun etmiş-
lerdir.
evet, kur’ân-ı kerîm, çok ayetlerinden haşre nazır
pencereler açmıştır.
ezcümle,
(1)
@ Gk
QGn
ƒr
Wn
G r
ºo
µn
?n
?n
N r
ón
bn
h
ayetiyle saadet-i ebe-
diyeye yol açan bir kıyas-ı temsilîye işaret etmiştir.
kezalik,
(2)
p
ó«/
Ñn
©r
?p
d m
?s
Ón
¶p
H n
? t
`Hn
Q Én
en
h
ayet-i kerîmesiyle o
saadeti gösteren bir kıyas-ı adlîye işaret etmiştir.
Birinciayetleişaretedilenkıyas-ıtemsilî:
evvelâ insanın vücuduna bak! nasıl tavırdan tavıra,
yani nutfeden alakaya, alakadan mudgaya, mudgadan et
ve kemiğe, et ve kemikten insan suretine bir kasıt, bir
irade ve bir ihtiyâr altında, mahsus kanunlarla, muayyen
nizamlarla, muntazam hareketlerle intikal ettiğini ve ka-
lıptan kalıba girip çıktığını, gör.
alaka:
kan pıhtısı.
asır:
yüzyıl, asır.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın ayeti;
azamet ve şerefi olan ayet.
beyanat:
açıklamalar, izahlar.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
enbiya-i izam:
büyük peygam-
berler.
evvelâ:
öncelikle.
ezcümle:
bu cümleden olarak.
hakikat:
gerçek, esas.
haşir:
yeniden dirilip toplanmak,
ikinci diriliş.
hüccet-i kàtıa:
kat’i ve kesin de-
lil, hiç bir şüpheye mahal bırak-
mayan delil.
i’caz:
mu’cizelik, insanların benze-
rini yapmaktan âciz kaldıkları şe-
yi yapmak.
icma:
fikir birliği etme, görüş birli-
ğine varma.
ihtiyâr:
irade, tercih.
intikal:
geçme, bulaşma, sirayet
etme.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için
olan iktidar, güç.
kâfi:
yeterli.
kasıt:
hedef almak, niyet etmek.
kezalik:
keza, bu da öyle, böyle-
ce.
kıyas-ı adliye:
Allah’ın dünya-
daki adalet ve düzenini göste-
rerek ahiretin varlığına delil
getirme.
kıyas-ı temsilî:
temsile daya-
nan kıyas.
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açık-
lamalarıyla akılları benzerini
yapmaktan âciz bırakan
mu’cizeli kitap, Kur’ân.
muayyen:
tayin edilmiş, belli,
belirli.
mudga:
et parçası.
muntazam:
nizamlı, intizamlı,
düzenli ve düzgün biçimde.
müçtemi:
toplanan, toplan-
mış, toplu.
nazır:
nazar eden, bakan.
nizam:
kaide, kanun.
nutfe:
döl suyu, meni, sperm.
saadet:
mutluluk.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tazammun:
ihtiva etme, içine
alma, içinde bulundurma.
vecih:
cihet, yön.
1.
Hâlbuki, O sizi hâlden hâle sokarak yaratmıştır. (Nuh Suresi: 14.)
2.
Rabbin ise kullarına haksızlık edecek değildir. (Fussılet Suresi: 46.)
B
akara
S
ureSi
| 96 | İşaratü’l-İ’caz