•
Vekeza,yevmvesenevesairegibihernevide,nev’î
birkıyamet-imükerrerevardır.
•
Vekeza,beşerdekiistidat,kıyametebirremizdir.
•
Vekeza,beşeringayr-imütenahimeyilveemelleri
kıyametiister.
•
Vekeza,Sâni-iHakîm’inrahmethazinesininma-
hall-isarfı,ancakkıyametvehaşirdir.
•
Vekeza,sıdkveemanetlemarufresul-iEkrem
AleyhissalâtüVesselâm,sarahatenilânediyor.
•
Vekeza,Kur’ân-ımu’cizülbeyan
(2)
p
ó«/
Ñn
©r
?p
d m
?s
Ón
¶p
H n
? t
`Hn
Q Én
en
h @
(1)
Gk
QGn
ƒr
Wn
G r
ºo
µ`n
?n
?n
N r
ón
bn
h
ayetleriyle
vebuayetlerinemsaliyle,haşrinvukuunukat’iyetleispat
ediyor.
İşte tam ona baliğ olan şahitler, saadet-i ebediyenin
anahtarı olup, o cennetin kapılarını açarlar.
BirinciBürhan:
evet, kâinat saadet-i ebediyeyi
intaç etmese, akılları hayrette bırakan kâinatta görünen
en bariz, en mükemmel şu nizam, aldatıcı zayıf bir suret-
ten ibaret kalır; ve bütün maneviyat ve alâkalar, rabıta-
lar ve nispetler, hep heba olur. öyle ise, o nizamın ni-
zam olması, ancak ve ancak saadet-i ebediyeyi intaç et-
mekle olur. Yani, o nizamdaki maneviyat ve nükteler,
ancak âlem-i ahirette sümbüllenecektir. Yoksa, bütün
maneviyat söner, rabıtalar kesilir, nispetler darmadağı-
nık olur; nizam da berheva olur. Hâlbuki, o nizamda bu-
lunan kuvvet, bütün kuvvetiyle o nizamın berheva edil-
meyeceğini ilân ediyor.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
âlem-i ahiret:
ahiret âlemi.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selam onun üzerine olsun.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
baliğ:
ulaşmış, erişmiş.
bariz:
açık, besbelli.
berheva:
boş, faydasız.
beşer:
insan, insanlık.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
emanet:
emniyet edilen kimseye
bırakılan şey, eşya veya kimse.
emel:
istek, arzu, talep, beklenti.
emsal:
eşler, benzerler.
gayr-i mütenahi:
sonsuz, sonu ol-
mayan, nihayetsiz.
haşir:
yeniden dirilip toplanmak,
ikinci diriliş.
hazine:
gömülü hâlde bulunan
kıymetli şeylerin bütünü, define.
heba:
boş, beyhude, faydasız.
ibaret:
meydana gelen, oluşan.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
intaç:
netice verme, sonuçlandır-
ma.
ispat:
delil göstererek iddiayı sağ-
lamlaştırma.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte
yıkılıp mahvolması.
kıyamet-i mükerrer:
tekrarlanan
kıyamet, öldükten sonra dirilme.
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerini yap-
maktan aciz bırakan mucizeli ki-
tap, Kur’an.
maarif:
marifetler, bilimler.
mahall-i sarf:
harcama, masraf,
etme, gider yeri.
maneviyat:
maddî olmayanlar,
manevî olan hususlar, ruha, hisse,
inanca ait şeyler.
meyil:
iptilâ, tutkunluk, aşk.
nevi:
çeşit, tür, cins.
nev’î:
nevi ile ilgili, nev’e ait, çeşit-
le ilgili.
nispet:
kıyaslama, kıyas, ölçü,
oran.
1.
Hâlbuki, O sizi hâlden hâle sokarak yaratmıştır. (Nuh Suresi: 14.)
2.
Rabbin ise kullarına haksızlık edecek değildir. (Fussılet Suresi: 46.)
B
akara
S
ureSi
| 90 | İşaratü’l-İ’caz
nizam:
düzen, düzgünlük; kai-
de, kanun.
nükte:
ince manalı, ancak dik-
katle anlaşılabilen mana veya
söz.
rabıta:
bağ, bağlılık.
rahmet:
Allah’ın kullarını esir-
gemesi, onlara acıyıp bağışla-
ması, onlara maddî ve mane-
vî nimetler vermesi, onların
günahlarını silmesi.
remiz:
işaret, bir manayı ifade
eden veya bir manaya delalet
eden işaret ve şekil.
resul-i Ekrem:
çok cömert,
kerîm olan peygamber, Hz.
Muhammed (
ASM
).
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
Sâni-i Hakîm:
hikmet sahibi
olan, her şeyi sanatla ve hik-
metle yaratan Allah.
sarahaten:
açıkça, açıktan
açığa.
sıdk:
doğruluk.
suret:
biçim, şekil, tarz.
vesaire:
ve başkaları, bunun
gibileri.
vuku:
olma, meydana gelme,
ortaya çıkma, oluş.
yevm:
gün, yirmi dört saatlik
zaman.