için, altı bin damar vardır; ve hüceyrata hizmet eden yir-
mi dört bin mesame ve pencere vardır. o hüceyratta ca-
zibe, dafia, mümsike, musavvire, müvellide namıyla her
birisi bir maslahat için, beş kuvvet çalışıyor.
Âlem-i asgar böyle olsa, insan-ı ekber ondan geri ka-
lır mı? ruha nispeten ehemmiyetsiz olan ceset bu dere-
ce israftan uzak bulunsa, ne suretle cevher-i ruhla âsârın-
da, emellerinde, efkârında ve maneviyatında israf olur?
Çünkü, saadet-i ebediye olmasa, bütün maneviyat kurur.
o hakikatler, israf memleketine kaçarlar. Acaba dünya
kadar kıymetli olan bir cevhere malik olmakla, hem dai-
ma onun zarfını ve gılafını muhafaza ettikten sonra, o
cevheri birdenbire yere vurup kırmak ihtimali var mıdır?
Hangi akıl kabul eder?
Hem bir şahsın bünyesindeki kuvvet, azasındaki sıh-
hat, istidadındaki kabiliyet, o şahsın yaşayışına ve tekem-
mülüne delil olduğu gibi, kâinatın ruhuna kadar nüfuz
eden hakikat-i sabite ve devamla yaşayışını ima eden in-
tizamındaki kuvvet-i kâmile ve tekemmülüne giden niza-
mındaki kemal, acaba haşr-i cismanî yoluyla saadet-i
ebediyeye delil olmaz mı? zira intizamını ihtilâlden ve
bozulmaktan kurtaran, saadet-i ebediyedir. Ve tekem-
müle vasıta olur. Ve o kuvveti inkişaf ettiren odur.
BeşinciBürhan:
evet, her nevi mahlûkatta, bir
nevi kıyametin ve bir çeşit haşrin tekrarla vukua gelmek-
te olduğu, büyük kıyametin vukuuna ve geleceğine işa-
rettir. Buna bir misal:
âlem-i asgar:
en küçük âlem; in-
san.
âsâr:
eserler.
aza:
organlar, uzuvlar.
bünye:
beden, vücut.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cazibe:
çekim.
ceset:
vücut, beden.
cevher:
elmas, değerli taş.
cevher-i ruh:
ruh cevheri, ruhun
hakikati.
dafia:
itme, itiş.
delil:
bir davayı, meseleyi ispata
yarayan şey, bürhan, beyyine.
efkâr:
düşünceler, fikirler, görüş-
ler.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
emel:
istek, arzu, talep, beklenti.
gılaf:
kın, kılıf, mahfaza, bir şeyin
örtüsü.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hakikat-ı sabite:
değişmez olan
gerçek, sabit, değişmez hakikat.
haşir:
yeniden dirilip toplanmak,
ikinci diriliş.
haşr-i cismanî:
cisimle, cesetle di-
rilme, ruhla beraber bedenlerin ve
vücutların haşri.
hüceyrat:
hücrecikler.
ihtilâl:
isyan, ayaklanma, baş kal-
dırma.
ihtimal:
olabilirlik.
ima:
işaretle anlatma, üstü kapalı
ifade etme.
inkişaf:
ortaya çıkma, gelişme.
insan-ı ekber:
büyük ve en mak-
bul olan insan, kâinat.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
israf:
lüzumsuz, boş yere.
istidat:
akıllılık, anlayışlılık.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
B
akara
S
ureSi
| 92 | İşaratü’l-İ’caz
kemal:
olgunluk, mükemmel-
lik, kusursuz, tam ve eksiksiz
olma.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah
tarafından tayin edilen bir va-
kitte yıkılıp mahvolması.
kuvvet-i kâmile:
tam ve nok-
sansız kuvvet.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah ta-
rafından yaratılanlar.
malik:
sahip.
maneviyat:
maddî olmayan-
lar, manevî olan hususlar, ru-
ha, hisse, inanca ait şeyler.
maslahat:
fayda, maksat.
mesame:
delik, gözenek.
misal:
benzer, örnek.
muhafaza:
koruma.
musavvir:
hayal etme, tasav-
vur etme gücü.
mümsike:
tutan, tutucu.
müvellide:
üretici, üreten; do-
ğurucu, doğurtan.
nam:
ad, isim.
nevi:
çeşit, tür.
nispeten:
nispetle, kıyaslaya-
rak.
nizam:
düzgünlük, tertip.
nüfuz:
içe geçme, işleme.
ruh:
öz, can alıcı nokta.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
sıhhat:
hasta olmama, vücut-
ça sağlamlık, sağlık, esenlik.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tekemmül:
olgunlaşma, ke-
male erme, mükemmelleşme.
vasıta:
sebep, vesile.
vuku:
olma, meydana gelme,
ortaya çıkma, oluş.
zarf:
kap, kılıf, mahfaza.