evet, İslâmiyet mazi ile istikbali kanatları altına almış,
gölgelendirerek, istirahat-i umumiyeyi temin ediyor.
4.
kur’ân-ı kerîm, o cümlede ehl-i kitabı imana teşvik
etmekle, onlara bir ünsiyet, bir sühulet gösteriyor. Şöyle
ki:
“ey ehl-i kitap! İslâmiyet’i kabul etmekte size bir me-
şakkat yoktur. size ağır gelmesin. zira, size bütün bütün
dininizi terk etmenizi emretmiyor; ancak itikadatınızı ik-
mal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina edi-
niz diye teklifte bulunuyor. zira, kur’ân bütün kütüb-i sa-
lifenin güzelliklerini ve eski şeriatlarının kavaid-i esasiye-
lerini cem etmiş olduğundan, usulde muaddil ve mükem-
mildir; yani, tadil ve tekmil edicidir. Yalnız, zaman ve me-
kânın tagayyür etmesi tesiriyle, tahavvül ve tebeddüle ma-
ruz olan füruat kısmında müessistir. Bunda aklî ve man-
tıkî olmayan bir cihet yoktur.
“evet, mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair
ilâçların tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hâsıl olduğu gibi,
bir şahsın yaşayış devrelerinde, talim ve terbiye keyfiye-
ti tebeddül eder. kezalik, hikmet ve maslahatın iktizası
üzerine, ömr-i beşerin mertebelerine göre ahkâm-ı fer’i-
yede tebeddül vardır. Çünkü, fer’î hükümlerden biri, bir
zamanda maslahat iken, diğer bir zamana göre mazarrat
olur. Veya bir ilâç, bir şahsa deva iken, şahs-ı ahere dâ
olur. Bu sırdandır ki, kur’ân, fer’î hükümlerden bir kıs-
mını neshetmiştir. Yani, “Vakitleri bitti, nöbet başka hü-
kümlere geldi” diye hükmetmiştir.
İşaratü’l-İ’caz | 85 |
i
man ve
m
ü
’
minler
ğu, hâl, durum, vaziyet, husus, va-
sıf, nitelik, kalite, iç yüz.
kezalik:
keza, bu da öyle, böyle-
ce.
kütüb-i salife:
evvelce geçmiş ki-
taplar, geçmişteki kutsal kitaplar.
(Tevrat, Zebur, İncil.).
mantıkî:
akla ve mantık kaidele-
rine uygun, mantıklı.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri al-
tında bulunma.
maslahat:
uygun iş, faydalı iş.
mazarrat:
zararlar, ziyanlar, zarar
vermeler.
mazi:
geçmiş zaman.
mertebe:
derece.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı, güçlük,
zorluk.
mevasim-i erbaa:
dört mevsim.
muaddil:
tadil eden, düzelten,
doğrultan.
müessis:
tesis edici, tesis eden,
kuran, kurucu.
mükemmil:
mükemmel hale ge-
tiren, tamamlayan, tamamlayıcı,
ikmal eden, mükemmelleştiren.
nesih:
geçersiz yapma, ortadan
kaldırma, hükümsüz bırakma.
ömr-i beşer:
insan ömrü, insan
hayatı.
sair:
diğer, başka, öteki.
sır:
gizli hakikat.
sühulet:
uygunluk, elverişlilik.
şahs-ı aher:
diğer şahıs, diğer kişi;
öteki şahıs.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi.
tadil:
doğrultma, düzeltme, aslına
uygun şekilde değiştirme.
tagayyür:
değişme, başkalaşma.
tahavvül:
değişme, dönüşme,
başkalaşma.
talim:
okutma, ders verme, veril-
me.
tebeddül:
başkalaşma, değişme,
başka hale getirme, başka şekil
alma.
tekmil:
tamamlama, kemâle er-
dirme.
temin:
elde etme.
terbiye:
yetiştirme, kabiliyetlerini
geliştirme.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dostluk.
ahkâm-ı fer’iye:
füruata ait
hükümler, asla değilde ikinci
derecede olan işlerle ilgili hü-
kümler, emirler.
aklî:
akla dayanan, akıl ile ilg-
lil.
bina:
dayama, bir iddiayı bir
şeye dayandırmak.
cem:
toplama, bir araya getir-
me.
cihet:
yön, sebep, vesile.
dâ:
hastalık, dert, illet.
deva:
ilâç, çare, tedbir.
ehl-i kitap:
Kur’ân-ı Kerîm’de
genellikle Yahudîler ve Hristi-
yanlar için kullanılan tabir.
esasat-ı diniye:
dinin esasları,
dinin temeli olan şartları.
fer’î:
asılla ilgili olmayıp, fer’e
mensup olan, ayrıntılı.
füruat:
ayrıntılar, esastan ol-
mayan meseleler.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya
çıkma.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep.
hüküm:
dinî kaide, kural;
emir, bir konu hakkında veri-
len karar.
ikmal:
mükemmelleştirme,
olgunlaştırma, kemale erdir-
me.
iktiza:
lâzım gelme, gerekme,
ihtiyaç hissedilme.
iman:
hak dini kabul etme, İs-
lâm dinini kabul etme, İslâmın
gerekli olan esaslarına inan-
ma, Allah’a inanma.
istikbal:
gelecek.
istirahat-i umumiye:
herke-
sin istirahatı, rahat etmesi.
itikadat:
inanışlar, inançlar,
bağlanışlar.
kavaid-i esasiye:
temel ka-
ideler.
keyfiyet:
bir şeyin nasıl oldu-