İşaratü'l İ'caz - page 80

Maalesef, tabaka-i havastaki meziyetler, tevazu ve te-
rahhuma sebep iken, tekebbür ve gurura bais oluyor.
tabaka-i fukaradaki acz ve fakirlik, ihsan ve merhameti
mucip iken, esaret ve sefaleti intaç ediyor.
eğer bu söylediklerime bir şahit istersen âlem-i mede-
niyete bak; istediğin kadar şahitler mevcuttur.
Hülâsa
:
Tabakalararasındamusalâhanınteminive
münasebetintesisi,ancakveancakerkân-ıİslâmiyeden
olanzekâtvezekâtınyavrularıolansadakaveteberrua-
tınheyet-iiçtimaiyeceyüksekbirdüsturittihazedilmesiy-
leolur
.
ó
®
ò
n
?p
?r
Ñn
b r
øp
e n
?p
õr
fo
G BÉ n
en
h n
?r
«n
dp
G n
?p
õr
fo
G BÉ n
Ãp
n
¿ƒo
æp
er
D
ƒo
j n
øj/
òs
dGn
h
(1)
n
¿ƒo
æp
bƒo
j r
ºo
g p
In
ôp
N'
’r
Ép
Hn
h
kur’ân-ı kerîm, bu ayet gibi çok ayetlerde terkiplerin,
kelâmların muhtemel bulundukları ihtimallerden, vecih-
lerden bir ihtimalini veya bir vechini bir emare ile tayin
etmemekle, nazm-ı kelâmı mürsel ve mutlak bırakmıştır.
Bu da i’cazı intaç eden icaza menşe olarak lâtif bir sırdır.
Şöyle ki:
Belâgat,mukteza-ihâlemutabakattanibarettir.
kur’ân’ın muhatapları, muhtelif asırlarda mütefavit taba-
kalardır. Bu tabakalara müraaten, muhavere ve mükâle-
meyi o asırlara teşmil etmek üzere, çok yerlerde tamim
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
âlem-i medeniyet:
medeniyet
dünyası.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
bais:
sebep olan.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı ve
tesirli ifade; bir şeyde saklı bulu-
nan derin anlam.
düstur:
kaide, esas, prensip.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
erkân-ı İslâmîye:
İslâmiyetin
esasları, temelleri, rükünleri.
esaret:
kölelik, kulluk, hüküm al-
tında bulunma.
hey’et-i içtimaiye:
toplumsal he-
yet, sosyal heyet.
hülâsa:
kısaca, özet.
i’caz:
mu’cizelik, insanların benze-
rini yapmaktan âciz kaldıkları şe-
yi yapmak.
icaz:
sözü kısa söyleme, kısa fakat
yeterli ifade etme.
ihsan:
iyilik etme, güzel davran-
ma, bağışlama, ikram etme, lütuf,
bağış, yardım.
ihtimal:
olabilirlik.
intaç:
netice verme, sonuçlandır-
ma.
ittihaz:
edinme, kabul etme.
kelâm:
söz, ibare, fıkra.
lâtif:
tatlı, şirin.
menşe:
esas, kaynak.
merhamet:
herhangi bir canlının
acısını, kederini mutsuzluğunu yü-
reğinde hissedip üzüntü duyma
ve ona karşı yardım hisleriyle dol-
ma, acıma.
meziyet:
bir şeyi başkalarından
ayıran vasıf, üstünlük ve değerli-
lik vasfı.
mucip:
icap eden, gerektiren.
muhatap:
kendisine hitap olunan,
söz söylenilen kimse.
muhavere:
konuşma, sohbet et-
me.
muhtelif:
çeşitli.
muhtemel:
ihtimal dâhilinde, ola-
bilir.
mukteza-i hâl:
hâlin gerektirdiği
şekilde, hâlin gereği, duruma gö-
re, icabına göre.
musalâha:
barışma, uzlaşma,
sulh, barış.
mutabakat:
uyma, uygunluk, bir-
birini tutma.
mutlak:
serbest, müstakil, yalnız,
tek, salt.
mükâleme:
konuşma.
münasebet:
ilgi, alâka, yakınlık.
müraat:
gözetme, koruma, bak-
ma, hıfzetme, saklama.
mürsel:
irsal edilmiş, gönderilmiş,
yollanmış.
mütefavit:
birbirinden farklı, çe-
şitli olan.
nazm-ı kelâm:
kelimelerin dizilişi,
düzeni, Kur’ân-ı Kerîm’in ayetle-
rindeki tertip.
sadaka:
Allah rızası için ihtiyaç sa-
hibi fakirlere yapılan yardım.
sefalet:
maddî ve manevî
yoksulluk sonucu meydana
gelen düşkünlük.
sır:
gizli hakikat.
tabaka:
topluluk, sınıf, zümre.
tabaka-i fukara:
fakir halk ta-
bakası.
tabaka-i havas:
saygın kişile-
rin bulunduğu sınıf, bilgi sahi-
bi kişilerin, âlim kimselerin sı-
nıfı.
tamim:
umumîleştirme, yay-
ma, herkese duyurma.
tayin:
belirleme, sınır çizme.
teberru:
karşılıksız, isteyerek
verme, bağışlama, bağış.
tekebbür:
kibirlenme, büyük-
lük satma.
temin:
elde etme.
terahhum:
merhamet etme,
acıma.
terkip:
tamlama, takım.
tesis:
kurma, meydana getir-
me.
teşmil:
genelleştirme, şümul-
lendirme.
tevazu:
alçak gönüllülük, bir
kimsenin başkalarını kendin-
den küçük görmemesi.
vecih:
cihet, yön.
1.
Onlar sana indirilen Kur’ân’a da, senden önceki peygamberlere indirilen kitaplara da
inanırlar. Onlar, ahirete de kesin olarak iman etmiş kimselerdir. (Bakara Suresi: 4.)
B
akara
S
ureSi
| 80 | İşaratü’l-İ’caz
1...,70,71,72,73,74,75,76,77,78,79 81,82,83,84,85,86,87,88,89,90,...576
Powered by FlippingBook