âlemin, bir cihette sânii olup olmadığı hakkında bir sor-
gu yapıldığı zaman, “Hiçbir cihette değildir, olamaz” de-
se kâfidir. Çünkü, nefiy cihetinin, yani sânisiz olamaya-
cağının onun vicdanında sabit olduğuna delâlet eder.
İman,sa’d-ı taftazanî’nin tefsirine göre
,“Cenab-ı
Hakkın,istediğikulununkalbine,cüz-iihtiyârınınsarfın-
dansonrailkaettiğibirnurdur”
denilmiştir.
öyle ise
iman,şems-iEzelî’denvicdan-ıbeşereihsan
edilenbirnurvebirşuadırki,vicdanıniçyüzünütama-
mıylaışıklandırır.
Ve bu sayede, bütün kâinatla bir ünsi-
yet, bir emniyet peyda olur ve her şeyle kesb-i muarefe
eder. Ve insanın kalbinde öyle bir kuvve-i maneviye hu-
sule gelir ki, insan, o kuvvetle her musibete, her hâdise-
ye karşı mukavemet edebilir. Ve öyle bir vüs’at ve geniş-
lik verir ki, insan o vüs’atle geçmiş ve gelecek zamanla-
rı yutabilir.
Ve keza,
iman,şems-iEzelî’denihsanedilmişbirnur
olduğugibi,saadet-iebediyedendebirparıltıdır.
Ve o
parıltı ile, vicdanında bulunan bütün emel ve istidatları-
nın tohumları, bir Şecere-i tuba gibi, neşvünemaya baş-
lar, ebed memleketine doğru hareket eder, gider.
(1)
n
Iƒ'
`?°s
üdG n
¿ƒo
ª«/
?o
`jn
h
Bu cümlenin evvelki cümle ile bağlılığı ve münasebeti
gün gibi aşikârdır. lâkin bedenî ibadet ve taatlerden na-
mazın tahsisi, namazın bütün hasenata fihrist ve örnek
olduğuna işarettir. evet, nasıl ki Fatiha kur’ân’a, insan
âlem:
dünya, cihan; bütün yaratıl-
mışlar.
aşikâr:
açık, belli, meydanda.
cenab-ı Hak:
Allah; doğru, gerçek,
Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve
azamet sahibi yüce Allah.
cihet:
yön, görüş açısı.
cüz-i ihtiyâr:
icattan mahrum,
hak kazanmaktan başka hiç bir
şeye gücü yetmeyen az bir arzu
serbestliği, cüz’î irade.
delâlet:
delil olma, gösterme; alâ-
met, işaret.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
emel:
istek, arzu, talep, beklenti.
emniyet:
inanma, güvenme.
evvel:
önce.
fihrist:
liste, katalog.
hâdise:
olay.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler, ha-
yırlar.
husul:
hâsıl olma, meydana gel-
me, peyda olma.
ihsan:
verilen, bağışlanan şey.
ilka:
bırakma, atma, koyma.
iman:
hak dini kabul etme, İslâm
dinini kabul etme, İslâmın gerekli
olan esaslarına inanma, Allah’a
inanma.
iman:
inanma, inanç, itikat, tasdik.
istidat:
yaratılıştan olan ve za-
manla geliştirilen kabiliyet, bir şe-
yin kabulüne ve kazanılmasına
olan fıtrî meyil.
kâfi:
yeter, el verir.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kesb-i muarefe:
tanışma, alışma,
dost olma.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kul:
Allah’ın yarattığı mahlûk, Al-
lah’a nazaran insan; insan, abd.
kuvve-i manevîye:
manevî güç,
moral.
mukavemet:
karşı koyma, da-
yanma, direnme.
musibet:
felâket, belâ.
münasebet:
münasiplik, iki şey
arasındaki uygunluk.
nefiy:
inkâr etme.
neşvünema:
yayılıp gelişme, bü-
yüyüp gelişme; büyüme, boy
atma, yetişme, gelişme.
nur:
ilim.
peyda:
meydana gelme, açığa
çıkma.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
sabit:
durağan, değişmeyen;
ispatlanmış.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
sarf:
kullanma.
şecere-i tuba:
cennetteki Tu-
ba ağacı.
şems-i Ezelî:
ezelî güneş; var-
lığının başlangıcı olmayan ve
her şeyi nurlandıran Cenab-ı
Hak.
şua:
ışın, bir ışık kaynağından
uzanan ışık telleri.
taat:
itaat etme, Allah’ın emir-
lerini yerine getirip yasakların-
dan kaçınma.
tahsis:
has kılma, ayırma.
tefsir:
Kur’ân-ı Kerîm’i açıkla-
mak maksadıyla yazılan kitap.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dost-
luk.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı
şerden ayırt etmeye yardımcı
olan ahlâkî duygu.
vicdan-ı beşer:
insanın; iyiyi
kötüden ayırmaya ve yargıla-
maya iten duygusu.
vüs’at:
genişlik.
1.
Ve namazı dosdoğru kılarlar. (Bakara Suresi: 3.)
B
akara
S
ureSi
| 74 | İşaratü’l-İ’caz