için hazf yapıyor, çok yerlerde nazm-ı kelâmı mutlak bı-
rakıyor ki; ehl-i belâgat ve ulûm-i Arabiyece güzel görü-
nen vecihler, ihtimaller çoğalsın ki, her asırda, her taba-
ka, fehimlerine göre hissesini alsın.
Buayetimâkabliylenazmveraptedenmünasebet:
kur’ân-ı kerîm, evvelki ayetle tamim yaptıktan sonra,
bu ayetle tahsis yapmıştır. evet, bu ayet ehl-i kitaptan
iman edenleri tahsisle, şereflerini ilân ve imana gelme-
yenleri imana teşvik ediyor; Abdullah İbni selâm ele alı-
narak diğerlerinin Abdullah İbni selâm gibi olmaları için
yapılan teşvik gibi.
Ve keza, kur’ân-ı kerîm’in bütün ümmetlere ve risa-
let-i Muhammediyenin bütün milletlere şamil olduklarını
tasrih etmek üzere, her iki
(1)
n
øj/
ò s
`dn
G
ile,
(2)
n
Ú/
?s
à`o
e
’nin her
iki kısmına tansis edilmiştir.
Ve keza,
(3)
p
Ör
«n
¨r
dÉp
H n
¿ƒo
æp
erD
ƒo
j
sadefinde bulunan imanın
rükünlerini beyan etmek için, icmalden sonra tafsile geç-
miştir. Çünkü bu ayet, kitaplara, kıyamete sarahaten, ru-
sül ve melâikeye zımnen delâlet eder.
kur’ân-ı Azîmüşşan burada
(4)
p
¿'
Gr
ôo
?r
dÉp
H n
¿ƒo
æp
erD
ƒo
Ÿr
Gn
h
gibi
icazlı ifadeleri terk edip
(5)
n
?r
«n
dp
G n
?p
õr
fo
G BÉ n
Ãp
n
¿ƒo
æp
erD
ƒo
j n
øj/
ò s
dGn
h
ile
itnabı ihtiyâr etmiştir. Şu itnap, bu makamı yüksek nük-
te ve letaifle tezyin etmek için ihtiyâr edilmiştir.
fakat yeterli ifade etme.
icmal:
kısa anlatma, özetleme, ay-
rıntılara girmeme.
ihtimal:
olabilirlik.
ihtiyâr:
irade, tercih.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
iman:
hak dini kabul etme, İslâm
dinini kabul etme, İslâmın gerekli
olan esaslarına inanma, Allah’a
inanma.
itnap:
sözün uzun tutulması, uza-
tılması; daha kısa anlatımı müm-
kün olduğu hâlde uzun anlatımı
tercih etme.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte
yıkılıp mahvolması.
Kur’ân-ı azîmüşşan:
şan ve şerefi
yüce olan Kur’ân.
letaif:
güzellikler, incelikler.
mâkabl:
öndeki, üstteki.
makam:
yer, mevki.
melâike:
melek, melekler.
mutlak:
serbest, müstakil, yalnız,
tek, salt.
münasebet:
vesile, rabıta, bağ.
nazım:
sıra, tertip, düzen.
nükte:
ince manalı, ancak dikkat-
le anlaşılabilen mana veya söz.
rabıt:
bağlamak, bitiştirmek.
risalet-i Muhammediye:
kâinatın
nuru ve şuuru olan Hz. Muham-
med’in (
ASM
) peygamberliği.
rusül:
resuller, peygamberler.
rükün:
bir şeyi meydana getiren
unsurlardan her biri, esas.
sadef:
sedef, inci kabuğu.
sarahaten:
açıkça, açıktan açığa.
şamil:
içine alan, kapsayıcı.
şeref:
onur, haysiyet.
tabaka:
topluluk, sınıf, zümre.
tafsil:
etraflıca bildirme, ayrıntılı
anlatma.
tahsis:
has kılma, ayırma.
tamim:
umumileştirme, yayma,
herkese duyurma.
tansis:
bir meseleyi ve hükmü,
şer’î delillere isnat etmek, savun-
ma.
tasrih:
açıkça ifade ederek şüphe
ve tereddütleri silme.
tezyin:
bezeme, donatma.
ulûm-i arabiye:
Arabca ilimler,
Arap dilini çeşitli bakımlardan in-
celeyen çeşitli ilimler.
ümmet:
Müslümanların tamamı;
bütün Müslümanlar.
vecih:
cihet, yön.
zımnen:
açıktan olmayarak, dola-
yısıyla, üstü kapalı olarak, kapalı
bir şekilde.
asır:
yüzyıl, asır.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümle-
si.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
ehl-i belâgat:
güzel, kusursuz
söz söyleyenler, edipler, ede-
biyatçılar.
ehl-i kitap:
Kur’ân-ı Kerîm’de
genellikle Yahudiler ve Hıristi-
yanlar için kullanılan tabir.
evvel:
önce.
fehim:
anlama, anlayış, kavra-
yış.
hazf:
aradan çıkarma, yok et-
me, silme.
hisse:
ibret, nasihat; pay, na-
sip.
icaz:
sözü kısa söyleme, kısa
1.
Onlar ki... (Bakara Suresi: 4.)
2.
Müttakîler, Allah’ın yasakladıklarından sakınanlar. (Bakara Suresi: 2.)
3.
Görmedikleri hâlde Allah’a ve Onun bildirdiklerine iman ederler. (Bakara Suresi: 3.)
4.
Kur’ân’a iman edenler.
5.
Onlar sana indirilen Kur’ân’a da inanırlar. (Bakara Suresi: 4.)
İşaratü’l-İ’caz | 81 |
i
man ve
m
ü
’
minler