İkinciBürhan:
Her bir nevide, her bir fertte hik-
metlere, maslahatlara riayet eden ve inayet-i ezeliyenin
timsali olan hikmet-i tamme, saadet-i ebediyenin gelme-
sini tebşir ediyor. Çünkü, aksi hâlde bedahetle ikrar ve
tasdik ettiğimiz şu hikmetleri ve faydaları inkâr etmemiz
lâzım gelir. Çünkü, o faydaların, o hikmetlerin, o masla-
hatların her birisi, zıddına inkılâp ederler. Bu hâl ise, saf-
satadır.
ÜçüncüBürhan:
İkinci Bürhanı tefsir eder. Fennin
de şahadet ettiği gibi, sâni-i Hakîm her şeyde en kısa yo-
lu, en yakın ciheti, en güzel ve en hafif sureti ihtiyâr et-
miştir. Bu ihtiyâr, kâinatta abesiyetin bulunmadığına de-
lâlet eder. Bu ise ciddiyete delâlet eder. Ciddiyet ise saa-
det-i ebediyenin gelmesiyle olur; yoksa, bu varlık, adem
sayılır ve her şey abesiyete tahavvül eder. Hâlbuki, abes
ve israf gibi batıldan pak ve münezzeh olduğunu, şu
(1)
k
Óp
WÉn
H Gn
ò'
g n
âr
? n
?n
NÉn
e n
?n
fÉn
ër
Ñ°o
S
kelâmıyla ilâm ve talim
eden zat-ı zülcelâl, sözüne nasıl muhalefet eder?
DördüncüBürhan:
üçüncü Bürhanı izah eder.
Bütün fenlerin şahadetiyle, fıtratta israf yoktur. eğer in-
san-ı ekber denilen âlemdeki hikmetleri idrakten âciz
isen, âlem-i asgar denilen insandaki nüktelere, hikmetle-
re dikkat et.
evet fenn-i menafiü’l-azanın şerh ve beyan ettiği
vecihle, insanın cisminde, her birisi bir menfaat için, tak-
riben iki yüz küsur kemik vardır; ve her birisi bir fayda
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep.
hikmet-i tamme:
her şeyin bir
maksat ve gayeyle yaratılmış ol-
ması.
idrak:
akıl erdirme, anlama, kav-
rama kabiliyeti.
ihtiyâr:
irade, tercih.
ikrar:
tasdik ve kabul etme, doğ-
rulama.
ilâm:
bildirme.
inayet-i ezeliye:
zaman ve me-
kânla sınırlı olmayan Cenab-ı Hak-
kın yardımı, inayeti.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
inkılâp:
bir hâlden diğer bir hale
geçme, değişme, dönüşme.
insan-ı ekber:
büyük ve en mak-
bul olan insan, kâinat.
israf:
lüzumsuz, boş yere.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile anlat-
ma.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kelâm:
söz, ibare, fıkra.
maslahat:
fayda, maksat.
menfaat:
fayda.
muhalefet:
uygun olmama, ayrı-
lık; zıtlık.
münezzeh:
arınmış, tenzih edil-
miş, uzak.
nevi:
çeşit.
nükte:
ilk bakışta görülemeyen,
dikkatli bakış ve inceleme ile an-
laşılabilen mana.
pak:
noksansız, kusursuz, katışık-
sız, halis, hilesiz.
riayet:
uyma, tâbi olma.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
safsata:
boş, temelsiz, asılsız söz.
Sâni-i Hakîm:
hikmet sahibi olan,
her şeyi sanatla ve hikmetle yara-
tan Allah.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
şerh:
açıklama, izah etme, yorum-
lama.
tahavvül:
değişme, dönüşme,
başkalaşma.
takriben:
tahminen, yaklaşık ola-
rak, aşağı yukarı.
talim:
ders verme, öğretme.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tebşir:
müjde verme, müjdeleme.
tefsir:
açıklama, izah.
timsal:
yansıma, suret, şekil.
vecih:
cihet, yön.
zat-ı zülcelâl:
sonsuz büyüklük
ve haşmet sahibi olan zat, Allah.
abes:
boş saçma, lüzumsuz ve
gayesiz iş.
abesiyet:
faydasız, boş, lü-
zumsuz ve gayesiz oluş.
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
adem:
yokluk.
aksi:
ters, zıt.
âlem:
varlık sınıflarından her
biri.
âlem-i asgar:
en küçük âlem;
insan.
batıl:
boş, beyhude, yalan, çü-
rük, hurafe.
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispa-
ta ihtiyaç olmayacak derece-
de açıklık.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
ciddiyet:
ciddîlik.
cihet:
yan, yön, taraf.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
faide:
fayda.
fen:
tecrübî, ispatla meydana
gelmiş ilimlere verilen genel
ad.
fenn-i menafiülaza:
fizyoloji,
canlı varlıkların doku ve uzuv-
larının vazifelerini inceleyen
biyoloji ilminin bir kolu.
fıtrat:
yaratıcı kuvvet, kudret.
hâl:
durum, vaziyet.
1.
Seni bütün noksanlardan tenzih ederiz. Bunları boş yere yaratmadın [ey Rabbimiz!].
(Âl-i İmran Suresi: 191.)
İşaratü’l-İ’caz | 91 |
h
aşir ve
a
hireTin
i
SpaTı