nizamına tâbi olur. Ve hangi bir tavra intikal etmiş ise,
onun muayyen kanunuyla amel etmiştir. Ve hangi bir ta-
bakaya misafir gitmiş ise, muntazam bir hareketle sevk
edilmiştir.
Hülâsa, neş’e-i ulâya dikkat edenin, neş’e-i uhra hak-
kında tereddüdü kalmaz. peygamber Aleyhissalâtü
Vesselâmın emrettiği gibi, “
Neş’e-iulâyıgörenadam,
neş’e-iuhrayıinkâredebilirmi?
” Çünkü, ikinci teşekkül,
yani ikinci yapılış birinci teşekkülden daha kolaydır. Bu-
nu yapan, onu daha kolay yapar.
Meselâ, bir fırka askerin ilk teşekkülünde, efradın bir-
biriyle ünsiyetleri, muarefeleri olmadığından ve talim ve
terbiye görmemeleri yüzünden, yontulmamış taşlar gibi
olduklarından, o efrat, o fırkanın bünyesinde yerleştiri-
linceye kadar çok zahmetler vardır. Fakat, ba’de’t-teşek-
kül terhis edilip de bir daha taht-ı silâha davet edildiği za-
man pek kolay içtima eder ve fırkayı teşkil ederler. Bu
teşekkül, evvelki teşekkülden daha kolay olur.
kezalik, birbiriyle ülfet peyda eden ve her birisi yerini
tanıyan ve bir derece yontulmuş taşlar gibi kesb-i letafet
eden bedenin zerratı, ölümle dağıldıktan sonra, haşirde,
Hâlık’ın izniyle, İsrafil’in borusuyla o zerrat-ı asliye ve
esasiye içtimaa davet edildikleri zaman, pek kolay içtima
ederler ve beden-i insanîyi yine eskisi gibi teşkil ederler.
Maahaza, kudret-i ezeliyeye nispeten, en büyük, en kü-
çük gibidir, hiçbir şey o kudrete ağır gelemez.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘salât ve
selâm onun üzerine olsun’ anla-
mında Hz. Muhammed’e dua.
amel:
fiil, iş, emek.
ba’detteşekkül:
meydana geldik-
ten sonra, şekillendikten sonra,
şekil aldıktan sonra.
beden-i insanî:
insanın bedeni,
vücudu.
efrat:
fertler.
esasiye:
asılla, temelle alâkalı,
esasa ait.
evvel:
önce, ilk, birinci, iptida, baş-
langıç.
fırka:
tümen.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
haşir:
yeniden dirilip toplanmak,
ikinci diriliş.
hülâsa:
kısaca, özet.
içtima:
toplanma, bir araya gel-
me, bir yere birikme.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
intikal:
bir yerden başka bir yere
geçme, yer değiştirme, göçme.
İsrafil:
dört büyük melekten biri,
kıyamet günü “sur”u üflemekle
görevli olan melek.
kesb-i letafet:
incelik, nuraniyet
kazanma.
kezalik:
keza, bu da öyle, böyle-
ce.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı çev-
releyen ezelî kuvveti.
kudret-i ezeliye:
ezele ait kudret,
başı-sonu olmayan sonsuz İlâhî
kudret, kuvvet.
maahaza:
bununla birlikte, böyle
olmakla beraber.
meselâ:
misal olarak, şunun gibi,
söz gelişi, faraza.
muarefe:
karşılıklı görüşme, tanış-
ma; birbirini bilip tanıma.
muayyen:
tayin edilmiş, belli, be-
lirli.
muntazam:
nizamlı, intizamlı, dü-
zenli ve düzgün biçimde.
neş’e:
yeniden meydana gelme,
vücut bulma. erişme, yetişme, ge-
lişme. neşe, keyif, sevinç.
B
akara
S
ureSi
| 98 | İşaratü’l-İ’caz
neş’e-i uhra:
ölüm ile ölüm-
den sonra yeniden dirilme,
ikinci diriliş.
neş’e-i ulâ:
ilk yaratılış; ruhun
bedene girişi.
nispeten:
nispetle, kıyaslaya-
rak.
nizam:
kaide, kanun.
peyda:
meydana gelme, açığa
çıkma.
sevk:
ulaştırma, yöneltme.
tabaka:
kat, katman.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat
eden, itaatte bulunan, bağla-
nan.
taht-ı silâh:
silâh altı; silâh al-
tında.
talim:
eğitim, yetiştirme, öğ-
retme.
tavır:
eşya, olaylar ve insanlar
karşısında takınılan hâl, tu-
tum, durum, vaziyet.
terbiye:
eğitim.
tereddüt:
kararsızlık, şüphede
kalma.
terhis:
askerliğini bitirenlerin
ordudan gitmelerine izin ver-
me, bırakma.
teşekkül:
kurulma, oluşma,
şekillenme.
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me.
uhra:
ahiret, öbür dünya.
ülfet:
alışma, kaynaşma, dost-
luk.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dost-
luk, ahbaplık, arkadaşlık.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, me-
şakkat.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zerrat-ı asliye:
asıl zerreler.