kezalik,
(1)
n
?p
B Ä '
`dho
G
’den sonra gelen
(2)
r
ºo
g
zamiri haya-
li harekete getirmekle, “onlar ateşten kurtulurlar,” “on-
lar cennete girerler,” “onlar rü’yete mazhar olurlar” ve
daha bu gibi sıfatlarına münasip çok hükümleri ve cüm-
leleri hayale yaptırır.
Dördüncüsü:
(3)
n
¿ƒo
ëp
?r
Øo
ª r
dn
G
kelimesindeki
r
?n
G
, hakikati
tasvire işarettir. sanki lisan-ı hâliyle diyor ki: “eğer müf-
lihlerin hakikatini görmek istersen,
n
?p
B Ä '
`dho
G
’nin âyinesine
bak, sana temessül edecektir.”
Yahut onların tayin ve temyizlerine işarettir. sanki di-
yor: “ehl-i felâh olanları tanımak istersen,
n
?p
B Ä '
`dho
G
’ye
bak; içindedirler.” Veya hükmün zahir ve bedihî olduğu-
na işarettir.
Beşincisi:
Felâh ve necat yollarını tayin etmeyen
n
¿ƒo
ëp
?r
Øo
ª r
dn
G
kelimesindeki ıtlak, tamim içindir. Şöyle ki:
kur’ân’a muhatap olan, matlûpları ve istekleri muhte-
lif pek çok tabakalardır ki, bir kısmı ateşten necat istiyor-
lar, bir kısmı cennete girmek istiyorlar, bir kısmı rü’yete
mazhar olmak istiyorlar. Ve bunlar gibi, o tabakaların
pek çok dilekleri vardır. kur’ân-ı kerîm,
n
¿ƒo
ëp
?r
Øo
ª r
dn
G
keli-
mesini âmm ve mutlak bırakmıştır ki, herkes istediğini
takip etsin.
ó
®
ò
sız.
müflih:
selâmete çıkan, iflâh olan,
kurtuluşa eren, felâh bulan.
münasip:
uygun.
necat:
kurtuluş, kurtulma, halâs,
selâmet.
rü’yet:
Allah’ı ve tecellilerini kalb
gözü ile seyretme, manevî âlemi
görme.
sıfat:
hâl, keyfiyet, nitelik, vasıf.
tabaka:
topluluk, sınıf, zümre.
tabaka:
topluluk, sınıf, zümre.
tamim:
umumîleştirme, yayma,
herkese duyurma.
tasvir:
bir şeyi yazıyla veya başka
ifade tarzlarıyla anlatma.
tayin:
belirleme, yerini belli etme;
gösterme, sınırını çizme, belirtme.
temessül:
bir şekil ve surete gir-
me, cisimlenme.
temyiz:
inceleyip seçme, ayırdet-
me.
zahir:
açık, görünür.
zamir:
ismin yerini tutan kelime-
ler.
âmm:
genel, herkese ait.
âyine:
ayna, mirat.
bedihî:
delil ve ispata muhtaç
olamayacak derecede açık ve
ortada olan.
ehl-i felâh:
kurtuluş ehli, felâ-
ha, esenlik ve selâmete eren-
ler.
felâh:
kurtuluş, selâmet, on-
ma.
hakikat:
gerçek, esas.
hüküm:
karar, emir, bir konu,
iş veya kimse hakkında veri-
len karar.
ıtlak:
genelleştirme, umumî
hâle getirme.
kezalik:
keza, bu da öyle,
böylece.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin
duruşu ve görünüşü ile bir
mana ifade etmesi.
matlûp:
talep edilen, istenilen
şey.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me.
muhatap:
kendisine hitap
olunan, söz söylenilen kimse.
muhtelif:
çeşitli.
mutlak:
herhangi bir kayda
bağlı olmayan, kayıtsız, şart-
1.
Onlar. (Bakara Suresi: 5.)
2.
Onlar. (Bakara Suresi: 5.)
3.
Dünya ve ahirette saadet ve kurtuluşa erenler. (Bakara Suresi: 5.)
İşaratü’l-İ’caz | 107 |
k
urTuluşa
e
renler