sonra insanın bekasına dikkat et! İnsan, bu vücut liba-
sını her sene değiştirir. Bu vücut değişmesi, bedendeki
hüceyratın yıkılıp yapılmasıyla olur. Bu tamirat da, bütün
azanın erzak mahzeni hükmünde olan Cenab-ı Hakkın
bir kanun-i mahsusla ihzar ettiği o madde-i lâtifeden alı-
nan ecza ile yapılır.
sonra o madde-i lâtifenin ahvaline bak! nasıl azanın
ihtiyaçlarına göre, muayyen bir kanunla taksim edilir ve
bedenin her tarafına mahsus bir nizamla muntazaman
dağıtılır. Yine şayan-ı dikkattir ki, o madde-i lâtife, dört
matbahta pişirildikten sonra ve dört inkılâptan geçtikten
ve dört süzgeçten tasfiye edildikten sonra, rızık olarak
taksim edilir. Hem, yine şayan-ı dikkattir ki, o madde-i lâ-
tife, yemeklerin ruhu ve hülâsasıdır. o yemekler, âlem-i
anasırda dağınık menbalardan muntazam bir düstur ile,
mahsus bir nizamla cem ve tahsil edilirler.
İşte bütün bu nizamlar, bu kanunlar, bu intizamlar,
hep bir kasıt, bir irade, bir hikmetten çıkıyor.
evet, meselâ, Habib’in gözünde yerleşen bir zerrenin,
unsur-i havadan veya unsur-i türabdan o garip, acip ta-
vırlarda, inkılâplarda yaptığı muntazam hareketinden
anlaşılır ki, o zerre, toprakta iken Habib’in gözüne tayin
edilmiş ve bir memur gibi mahall-i memuriyetine munta-
zaman i’zam kılınmıştır (yükseltilmiştir).
evet, fennî bir nazarla dikkat edilirse anlaşılır ki; o
zerrenin hareketi, körü körüne, tesadüf eseri değildir.
Çünkü, o zerre, hangi mertebeye girerse, o mertebenin
maddeler.
madde-i süzgeç:
süzgeç madde-
si, süzme işini yapan varlık.
mahall-i memuriyet:
memurluk
yeri, çalışma ve görev yeri.
mahzen:
kaynak, hazine ve defi-
ne deposu.
menba:
kaynak, herhangi bir şe-
yin çıktğı yer.
mertebe:
derece, basamak.
meselâ:
misal olarak, şunun gibi,
söz gelişi, faraza.
muayyen:
tayin edilmiş, belli, be-
lirli.
muntazam:
nizamlı, intizamlı, dü-
zenli ve düzgün biçimde.
muntazaman:
düzenli olarak.
muntazaman:
düzgün, düzenli ve
devamlı olarak.
nazar:
bakış; düşünce, fikir.
nizam:
kaide, kanun.
rızık:
hayatı devam ettirmeye ye-
tecek miktarda yiyecek.
ruh:
öz, can alıcı nokta.
şayan-ı dikkat:
dikkate lâyık, dik-
kate değer.
tahsil:
elde etme, alma, kazanma.
taksim:
bölme, parçalara ayırma,
üleştirme, paylaştırma.
tamirat:
onarım.
tasfiye:
saflaştırma, saf kılma,
arıtma.
tayin:
belirleme, yerini belli etme.
tesadüf:
rastlantı.
unsur-ı hava:
hava unsuru.
unsur-i türab:
toprak unsuru, top-
rak parçası, aslı toprak olan mad-
de.
vücut:
cisim, ceset.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
İşaratü’l-İ’caz | 97 |
h
aşir ve
a
hireTin
i
SpaTı
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ahval:
hâller, durumlar, oluş-
lar.
âlem-i anasır:
unsurlar âlemi.
(toprak, hava, su, ateş.).
aza:
organlar, uzuvlar.
beka:
kalıcılık, devamlılık, sa-
bit olmak.
cem:
toplama, bir araya getir-
me.
cenab-ı Hak:
Allah; doğru,
gerçek, Hakkın tâ kendisi olan,
şeref ve azamet sahibi yüce
Allah.
düstur:
kanun, kaide.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
erzak:
rızık.
fennî:
fenne mensup, fenle il-
gili olan.
garip:
hayret verici.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
hüceyrat:
hücrecikler.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası,
temel kısmı.
i’zam:
yükseltme, büyütme.
ihzar:
hazır etme, hazırlama.
inkılâp:
bir hâlden başka bir
hâle geçme, değişme, dönüş-
me.
intizam:
düzenlilik, düzgün-
lük.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapıp yapmama konusunda
için olan iktidar, güç.
kanun-i mahsus:
özel kanun,
hususî kanun, kendine mah-
sus kaide.
kasıt:
hedef almak, niyet et-
mek.
libas:
elbise.
madde-i lâtife:
lâtif olan mad-
de; ışık ve aydınlık veren