evet, bütün nimetleri nikmetlere çeviren ebedî ayrıl-
maktan doğan ve umumî matemlerden yükselen o belâ-
lardan kâinatı, bilhassa şuurlu olan mahlûkatı kurtaran
şey saadet-i ebediyenin gelmesidir. Çünkü bütün nimet-
lerin, rahatların, lezzetlerin ruhu olan saadet-i ebediye
gelmezse, umum kâinatın şahadetiyle, sabit olan ve gü-
neş gibi parlayan rahmet ve şefkat-i İlâhiyenin bedaheti-
ne karşı, mükâbere ile inkâr lâzım gelir.
EyHabib-işefikveeyşefik-iHabip!EySaid-imecid
veeymecid-iSaid!
rahmet-i İlâhiyenin en lâtifi, en zarifi, en lezizi olan
muhabbet ve şefkatine bakınız. o muhabbet ve şefkati,
firak-ı ebedî ve hicran-ı lâyezalî ile karşıladığınız takdirde,
vicdan, hayal ve ruh ne hâle gireceklerdir? o muhabbet
ve o şefkat, en büyük, en tatlı bir nimet iken, en azîm bir
musibete, bir belâya inkılâp eder. Acaba göz önünde bil-
bedahe görünen rahmet-i İlâhiye, firak-ı ebedînin mu-
habbet ve şefkat aleyhine hücum etmesine müsaade
eder mi?
(
$Gn
h n
’
)
Vallahi hayır!
Ancak, o rahmetin şe’nindendir ki; firak-ı ebedîyi hic-
ran-ı lâyezalîye, hicran-ı lâyezalîyi firak-ı ebedîye ve
adem-i mutlakı da her ikisine musallat eder ki, o firakla-
rın, o hicranların kökleri ortadan kalksın.
SekizinciBürhan:
Bütün âlemce her hususta sıd-
kı ve doğruluğu malûm ve müsellem olan Hazret-i Mu-
hammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, parmağıyla
kameri şakk ettiği gibi, lisanıyla da saadet-i ebediyenin
leziz:
lezzetli, tatlı.
lisan:
konuşma dili.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah tara-
fından yaratılanlar.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
matem:
büyük acı ve üzüntü.
Mecid-i Said:
Üstad Bediüzzaman
Said Nursî hazretlerinin küçük kar-
deşi bahtiyar ve mutlu Abdülme-
cid Nursî.
muhabbet:
ülfet, sevgi, sevme,
dostluk.
Muhammed-i arabî:
Arapların
içinden çıkan Peygamberimiz Mu-
hammed (
ASM
).
musallat:
çok rahatsızlık veren,
aşırı derecede sataşan.
musibet:
felâket, belâ.
mükâbere:
kendini büyük görme,
büyüklük taslama.
müsaade:
izin.
müsellem:
doğruluğu, gerçekliği
herkes tarafından kabul edilen.
nikmet:
şiddetli ceza, eza vererek
cezalandırma, öç alma.
nimet:
iyilik, lütuf, ihsan, bağış.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
esirgeme, bağışlama, şefkat gös-
terme.
rahmet-i İlâhiye:
Allah’ın sonsuz
rahmeti, İlâhî rahmet.
ruh:
insandaki canlılığın ve dirili-
ğin, iradeyle ilgili ve irade dışı ha-
reketlerin ve idrak kabiliyetinin
kaynağı, nefis.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
sabit:
durağan, değişmeyen; is-
patlanmış.
Said-i Mecid:
şeref duyan ve par-
lak Bediüzzaman Said Nursî.
sıdk:
doğruluk.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
şakk:
yarma, yarılma, çatlama.
şe’n:
hâl, keyfiyet, durum, özellik,
yapı, istidat.
şefik-i Habip:
Üstad Bediüzzaman
Said Nursî hazretlerinin ilk talebe-
lerinden ve Hizan’ın Arvas köyün-
den olan sevgili Seyyid Şefik Efen-
di.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız merha-
met.
şefkat-i İlâhiye:
Cenab-ı Hakkın
merhameti ve şefkati.
şuur:
bir şeyi anlama, tanıma ve
kavrama gücü; anlayış, idrak.
umumî:
genel.
vallahi:
Allah için, Allah hakkı için.
vicdan:
his, duygu.
zarif:
inceliği, lâtifliği ile hoşa gi-
den.
İşaratü’l-İ’caz | 95 |
h
aşir ve
a
hireTin
i
SpaTı
adem-i mutlak:
mutlak yok-
luk, tam yokluk.
âlem:
bütün yaratılmışlar.
aleyh:
karşı, karşıt.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun’ anlamında Hz. Muham-
med’e dua.
azîm:
büyük.
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispa-
ta ihtiyaç olmayacak derece-
de açıklık.
belâ:
musibet, gam, keder,
afet, sıkıntı.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr ola-
rak.
bilhassa:
özellikle.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
firak:
ayrılık.
firak-ı ebedî:
ebedî, sonsuz
ayrılık.
Habib-i şefik:
Üstad Bediüzza-
man Said Nursî hazretlerinin
bu İşaratü’l-İ’caz tefsirinin cep-
hede iken telifi esnasında kâ-
tipliğini yapan ilk talebelerin-
den olan şefkatli ve merha-
metli Molla Habip.
hâle:
vaziyet, durum.
hicran:
ayrılıktan gelen acı,
ayrılık acısı.
hicran-ı lâyezalî:
ayrılıktan
gelen bitmez tükenmez üzün-
tü.
hücum:
saldırma.
inkâr:
Allah’ın varlığına, birliği-
ne inanmama, kabul ve tasdik
etmeme.
inkılâp:
bir halden başka bir
hale geçme, değişme, dönüş-
me.
kamer:
Ay.
lâtif:
tatlı, şirin.