Bu ise, burada sılası olan imana büyük bir azamet ver-
mekle, insanları iman etmeye teşvik eder.
Amma
(1)
n
¿
ƒo
æp
er
D
ƒo
e
kelimesine bedel, fiil sigasıyla
(2)
n
¿ƒo
æp
er
D
ƒo
j
’nin tercihi, iman fiilini hayal nazarına gösterip, keyfiye-
tin tasvir edilmesine, dâhilî ve haricî delillerin tecellisiyle
imanın istimrar ve devamla teceddüt etmesine işarettir.
evet, delâilin zuhuru nispetinde iman ziyadeleşir, teced-
düt eder.
(3)
p
Ör
«n
¨r
dÉp
H
Yani, nifaksız ihlâs-ı kalb ile iman ediyorlar.
Veya iman edilen şeyler gayp olmakla beraber iman edi-
yorlar. Veyahut gaibe veya âlem-i gayba iman ediyorlar.
İman,resul-iEkremAleyhissalâtüVesselâmıntebliğ
ettiğizaruriyat-ıdiniyeyitafsilenvezaruriyatıngayrisini
icmalentasdiketmektenhâsılolanbirnurdur.
Sual:
Avam-ı nâstan, hakaik-ı diniyeyi tabir eden an-
cak yüzde birdir?
Cevap:
tabir etmemesi, bilmemesine delil olamaz.
evet, çok defa lisan insanın tasavvuratından incelerini
tabirden âciz olduğu gibi, kalbindeki ve vicdanındaki in-
celer de akla görünmez. Hatta belâgat dâhîlerinden sek-
kakî gibi bir zat, İmruü’l-kays veya başka bir bedevînin
ibraz ettiği belâgat incelerini kavramamıştır.
Maahaza, imanın var olup olmadığı, sorgu ile anlaşı-
lır. Meselâ, âmî bir adama, bütün cihetleriyle, eczasıyla
kudretinde ve tasarrufunda bulunan sâniin yarattığı bu
gaip:
görünmeyen, hazır olmayan,
yok olan, kayıp.
gayp:
gizli olan, görünmeyen şey-
ler ve âlemler.
gayr:
ayrı, başka, özge, artık, di-
ğer.
hakaik-ı diniye:
dine ait olan ha-
kikatler.
haricî:
dışa ait, dışarı ile ilgili.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya çık-
ma.
ibraz:
meydana çıkarma, ortaya
koyma, gösterme.
icmalen:
kısaltarak, kısaca, özet-
le.
ihlâs-ı kalb:
kalbin ihlâsı, her işi
Allah için yapmadaki samimiyet.
iman:
hak dini kabul etme, İslâm
dinini kabul etme, İslâmın gerekli
olan esaslarına inanma, Allah’a
inanma; inanç, itikat, tasdik.
istimrar:
sürme, sürüp gitme, uza-
yıp gitme.
keyfiyet:
durum, nitelik.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
lisan:
konuşma dili.
maahaza:
bununla birlikte, böyle
olmakla beraber.
meselâ:
örneğin, örnek olarak.
nazar:
düşünme, fikir, mülâhaza,
niyet.
nifak:
ikiyüzlülük, münafıklık.
nispet:
oran, ölçü.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
resul-i Ekrem:
çok cömert, kerîm
olan peygamber, Hz. Muhammed
(
ASM
).
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
sıla:
bağ-fiil.
siga:
kip, kalıp.
tabir:
yorum, yorumlama.
tafsilen:
tafsilli bir şekilde, uzun
uzadıya, ayrıntılı olarak.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup ida-
re etme, mülkünü istediği gibi kul-
lanma.
tasavvurat:
tasavvurlar, düşünce-
ler.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tasvir:
bir şeyi yazıyla veya başka
ifade tarzlarıyla anlatma.
tebliğ:
dinî bir emrin kullara bildi-
rilmesi.
teceddüt:
tazelenme, yenilenme.
tecelli:
belirme, bilinme, görün-
me.
vicdan:
his, duygu.
zaruriyat:
mecburî işler, ister iste-
mez olan işler, zorunlu işler.
zaruriyat-ı diniye:
iman edilmesi
zarurî olan dini esasları.
zat:
kişi, şahıs, fert.
ziyade:
artma, çoğalma.
zuhur:
görünme, belli olma, orta-
ya çıkma.
âciz:
beceriksiz, kabiliyetsiz.
âlem-i gayp:
gayp âlemi, gö-
rünmeyen, fakat varlığı kesin
olan ve mahiyeti Allah tarafın-
dan bilinen başka dünyalar.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun’ anlamında Hz. Muham-
med’e dua.
âmî:
bilgisiz, cahil.
avam-ı nâs:
insanların ilmî, ir-
fanı kıt, okuma yazması az,
fikren zayıf olanları.
azamet:
büyüklük, ululuk, yü-
celik.
bedevî:
çölde ve iptidaî tarz-
da yaşayan, medenî olmayan.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı
ve tesirli ifade; bir şeyde saklı
bulunan derin anlam.
cihet:
şekil, yön, tarz.
dâhî:
son derece zeki, anlayış-
lı, deha sahibi.
dâhilî:
içe ait, içe dönük, iç ile
ilgili.
delâil:
deliller, bürhanlar, ispat
vasıtaları.
delil:
iz, nişan, emare.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
fiil:
iş, oluş, davranış, hareket.
1.
İnananlar, mü'minler.
2.
İnanırlar, iman ederler. (Bakara Suresi: 3.)
3.
Görmedikleri hâlde. (Bakara Suresi: 3.)
İşaratü’l-İ’caz | 73 |
i
man