Ve keza, istiğrakı ifade eden
’
, kur’ân’ın her köşesin-
de rekz ve her yerinde zikredilen deliller, bürhanlar, hü-
cuma gelen şek ve şüpheleri def ile, kur’ân’ın o gibi le-
kelerden münezzeh olduğunu ilân eder. Ve lisan-ı hâliy-
le şu şiiri okutur:
(1)
p
º«/
?° s
ùdG p
ºr
¡n
Ør
dG n
øp
e o
¬o
`àn
`a'
Gn
h Ék
ë«/
ën
°U k
’r
ƒn
b m
Öp
FÉn
Y r
øp
e r
ºn
cn
h
Yani: “
Kur’ân’data’yipedilecekhiçbirnoktayoktur.
Kur’ângibisahihkavillerita’yipetmek,ancakfehimle-
rinsakametindenilerigeliyor
.”
Ve keza, zarfiyeti ifade eden
(2)
?/
a
tabiri, kur’ân’ın sat-
hına ve zahirine konan şek ve şüphe varsa, içerisindeki
hakaik ile defedilebileceğine işarettir.
Arkadaş! tahlil vasıtasıyla terkibin kıymetini ve küll ile
cüzler arasındaki farkı idrak edebildiysen, bu misallerde-
ki kuyut ve hey’ata dikkat et ve o kelimelerden nebean
eden zülâl-i belâgati ve kevser-i fesahati doyuncaya ka-
dar iç, “elhamdülillâh” de.
Sual:
(3)
n
Ú/
?s
à`o
ªr
? p
d ik
óo
g p
¬«/
a n
Ör
`jn
Q n
’ o
ÜÉn
à`p
µ
`r
dG n
?p
d'
P @ B /B
G
ayet-i kerîmesinin cümleleri, atıfla birbiriyle bağlanma-
mış olması neye binaendir?
Cevap:
o cümleler arasındaki şiddet-i ittisal, bağlılık
ve sarılmaktan bir ayrılık yoktur ki, birbiriyle bağlanmaya
lüzum olsun. zira, o cümlelerin her birisi, arkadaşlarına
hem babadır, hem oğul; yani, hem delildir, hem netice-
dir.
atıf:
bağlamak, yüklemek.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın ayeti;
azamet ve şerefi olan ayet.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cüz:
kısım, parça, bölük.
defetme:
mâni olma, savmak,
uzaklaştırma.
delil:
bir davayı, meseleyi ispata
yarayan şey, bürhan, beyyine.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd ol-
sun, Allah’a şükür.
fehim:
zeki, anlayışlı, akıllı, kavra-
yışlı.
hakaik:
hakikatler, doğrular, ger-
çekler.
hey’et:
şekil, biçim, yapı.
idrak:
akıl erdirme, anlama, kav-
rama kabiliyeti.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
istiğrak:
Arabca’da el harf-i tarifi-
nin isimlerin bütününü ve cinsinin
tamamını kapsar hâle koyması.
kavil:
söz, lâf.
kevser-i fesahat:
doğru ve düz-
gün söz söylemenin Kevser gibi
tatlı suyu, bu suya benzeyen gü-
zel konuşma.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kıymet:
değer.
kuyut:
kayıtlar, kaydetmeler, ya-
zılar.
küll:
bütün, bir şeyin tamamı.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
misal:
örnek.
münezzeh:
arınmış, tenzih edil-
miş, uzak.
nebean:
yerden çıkma, kaynama,
fışkırma.
nokta:
yön, cihet.
rekz:
kurma, yapma.
sahih:
gerçek, doğru, şüphesiz,
yalan olmayan, yanlış olmayan.
sakam:
hastalık, illet, maraz.
satıh:
bir şeyin dış tarafı, dış
yüzü.
sual:
soru.
şek:
şüphe, zan, tereddüt.
şiddet-i ittisal:
kavuşmanın
ve ulaşmanın şiddeti; şiddetli
şekildeki kavuşma, ulaşma is-
teği.
ta’yip:
ayıplama.
tabir:
ifade.
tahlil:
bir kelime veya cümle-
yi çeşitli yönleriyle inceleme.
terkip:
birkaç şeyin birleşerek
meydana getirdikleri yeni şey,
sentez.
vasıta:
aracı.
zahir:
dış yüz, görünüş.
zarfiyet:
kelimenin zarf olma-
sı hâli, bir kelimenin zarf ola-
rak kullanılması.
zikir:
anma, bildirme.
zülâl-i belâgat:
yerinde ve gü-
zel, hale ve makama uygun
söylenen sözün soğuk ve tatlı
su gibi hafifliği, safiliği.
1.
El-Mütenebbî, Divan, 4:246.
2.
Onda.
3.
Elif, lâm, mim. Şu yüce kitap ki, onda asla şüphe yoktur. O, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı
gelmekten sakınanlar için bir yol göstericidir. (Bakara Suresi: 1-2.)
B
akara
S
ureSi
| 66 | İşaratü’l-İ’caz