İşaratü'l İ'caz - page 153

Bu ayet insanları, bilhassa Müslümanları dikkate davet
eder.
Sual:
Bir maslahata binaen kizbin caiz olduğu söyle-
nilmektedir. öyle midir?
Cevap:
evet, kat’î ve zarurî bir maslahat için, mesağ-ı
şer’î vardır. Fakat, hakikate bakılırsa, maslahat dedikleri
şey batıl bir özürdür. zira, usul-i şeriatta takarrür ettiği
vecihle, mazbut ve miktarı muayyen olmayan bir şey,
hükümlere illet ve medar olamaz. Çünkü miktarı bir had
altına alınmadığından, suistimale uğrar.
Maahaza, bir şeyin zararı menfaatine galebe ederse, o
şey mensuh ve gayr-i muteber olur; maslahat, o şeyi terk
etmekte olur.
evet, âlemde görünen bu kadar inkılâplar ve karışık-
lıklar, zararın özür telâkki edilen maslahata galebe etme-
sine bir şahittir Fakat, kinaye veya tariz suretiyle, yani
gayr-i sarih kelimeyle söylenilen yalan, kizbden sayılmaz.
Hülâsa, yol ikidir: Ya sükût etmektir; çünkü, söyleni-
len her sözün doğru olması lâzımdır. Veya sıdktır; çün-
kü, İslâmiyet’in esası sıdktır, imanın hassası sıdktır, bü-
tün kemalâta isal edici sıdktır, ahlâk-ı âliyenin hayatı
sıdktır, terakkiyatın mihveri sıdktır, âlem-i İslâm’ın niza-
mı sıdktır, nev-i beşeri kâbe-i kemalâta isal eden sıdktır,
Ashab-ı kiramı bütün insanlara tefevvuk ettiren sıdktır,
Muhammed-i Haşimî Aleyhissalâtü Vesselâmı meratib-i
beşeriyenin en yükseğine çıkaran sıdktır.
ó
®
ò
tan söz.
kizb:
yalan söyleme, yalan, uy-
durma.
maahaza:
bununla birlikte, böyle
olmakla beraber.
maslahat:
fayda, maksat.
mazbut:
belli, belirtilmiş.
medar:
dayanak noktası, sebep,
vesile.
menfaat:
fayda, kâr, kazanç.
mensuh:
hükmü kaldırılmış, nes-
holunmuş, hükümsüz bırakılmış.
meratib-i beşeriye:
insanlık mer-
tebeleri, insan sınıfları.
mesağ-ı şer’î:
şeriatın verdiği izin.
mihver:
eksen, yörünge.
muayyen:
sınırlanan, sınırlanmış.
Muhammedü’l-Haşimî:
Haşimî-
oğullarından olan Hz. Muhammed
(
ASM
).
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
nizam:
düzen.
özür:
engel.
sıdk:
doğruluk, gerçeklik, hakikat.
sual:
soru.
suistimal:
bir şeyi kötüye kullan-
ma.
sükût:
susma, sessiz kalma.
suret:
biçim, şekil, tarz.
takarrür:
karar bulma, karar kıl-
ma, yerleşme.
tariz:
kinayeli söz söyleme sana-
tı.
tefevvuk:
üstün olma, üstünlük.
telâkki:
anlama, anlayış, görüş.
terakkiyat:
ilerlemeler, gelişme-
ler, yükselişler.
usul-i şeriat:
fıkıh usulü denilen,
Kur’ân ve hadislerden nasıl hü-
küm çıkarıldığından bahseden
ilim.
vecih:
cihet, yön.
zarurî:
zorunlu.
İşaratü’l-İ’caz | 153 |
m
ünafıklar
B
ahSi
ahlâk-ı âliye:
yüksek ahlâk,
yüce ahlâk, üstün ahlâk.
âlem:
dünya, cihan.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât
ve selâm onun üzerine olsun.
ashab-ı Kiram:
Hz. Muham-
med’in (
ASM
) Ashabı, Sahabele-
ri, arkadaşları.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
batıl:
hükümsüz olan, hukukî
netice doğurmayan.
bilhassa:
özellikle.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
caiz:
yapılması veya yapılma-
masında sakınca olmayan, uy-
gun.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
gayr-i muteber:
itibar görme-
yen, değersiz, geçersiz olan.
gayr-i sarih:
açık olmayan.
had:
sınır.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hassa:
bir şeye mahsus olan
özellik, nitelik.
hüküm:
verilen karar.
hülâsa:
kısaca, özet.
illet:
sebep.
inkılâp:
bir hâlden diğer bir
hale geçme, değişme, dönüş-
me.
isal:
ulaştırma, vardırma, ye-
tiştirme, eriştirme.
Kâbe-i kemalât:
mükemmel-
likler Kâbesi, güzelliklerin
merkezi.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kemalât:
kemaller, olgunluk-
lar, mükemmellikler.
kinaye:
maksadı, kapalı bir
şekilde ve dolaylı olarak anla-
1...,143,144,145,146,147,148,149,150,151,152 154,155,156,157,158,159,160,161,162,163,...576
Powered by FlippingBook