Buayetimâkabliyleraptvenazmedencihetlere
gelince:
Bu iki ayet, münafıkların cinayetlerini hikâye ettiği gi-
bi, onlara hem nasihat, hem irşat vazifesini de görüyor.
Binaenaleyh, bu iki ayetin arasındaki atıf, ya onların
mü’minlere isnat ettikleri sefahat cinayetini kendilerinin
arzda yaptıkları ifsat cinayetine atıftır; veyahut emr-i bil-
marufu tazammun eden ikinci ayet, nehy-i ani’l-münke-
ri ifade eden birinci ayete atıftır.
Demekbuikiayetarasındakicihetü’l-vahdet,yacina-
yettirveyahutirşattır.
Buayettekicümlelerinarasındakicihet-iirtibatise:
Vakta ki
(1)
¢o
SÉs
ædG n
øn
e'
G Bɪn
c Gƒo
æp
e'
G r
ºo
¡n
d n
?«/
b Gn
Pp
Gn
h
cümlesiyle
farz-ı kifaye olan nasihat vazifesi ifa edilmek üzere, kâ-
mil insanlardan ibaret olan cumhur-i nâsa ittibaen, halis
bir imana davet edildikleri zaman, onların enaniyet-i ca-
hiliyeleri heyecana gelerek
(2)
o
ABÉ n
¡n
Ø° t
ùdG n
øn
e'
G BÉ n
ªn
c o
øp
erD
ƒo
fn
G BGƒo
dÉn
b
deyip gurur ve inatlarında ısrar ettiler. Ve “davamız hak-
tır. Ve bizler hak üzereyiz” diye, batıl ve inatçıların âde-
ti gibi, batıl davalarını hak ve cehaletlerini ilim iddia etti-
ler. Çünkü onların, nifakla, kalbleri fesada uğramıştır.
Şüphesiz fasit olan bir kalb, gururlu olur ve ifsadata mey-
leder.
Binaenaleyh, onlar kalblerinin fasit olmasından,
temerrüt ve inat ediyorlar ve hedef ittihaz ettikleri ifsat
fasit:
fesat çıkaran, bozgunculuk
yapan.
fesat:
karışıklık, nifak.
gurur:
kibir, kendi yüksek ve de-
ğerli tutarak böbürlenme.
halis:
samimî, her amelini yalnız
Allah rızası için işleyen.
ibaret:
meydana gelen, oluşan.
iddia:
bir fikri ısrarla savunma.
ifa:
bir işi yapma, yerine getirme.
ifsadat:
ifsatlar, fesada uğratma-
lar, düzensizlik meydana getirme-
ler, bozmalar, kargaşalıklar.
ifsat:
fesada uğratma, bozma, ka-
rışıklık çıkarma.
ilim:
bilme, biliş, bilgi; bir şeyin
doğrusunu bilme.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaflet-
ten uyandırma.
isnat:
dayandırma, mal etme, bir
şeyi bir kimseye ait gösterme.
ittibaen:
ittiba ederek, tabi olarak,
uyarak.
ittihaz:
edinme, kabul etme.
kâmil:
âlim, bilgin, geniş kültürlü.
mâkabl:
öndeki, üstteki.
meyil:
bir tarafa doğru eğilme, yö-
nelme.
mü’min:
iman eden, inanan.
münafık:
nifak sokan, ara bozucu;
kalbinde küfrü gizlediği halde
Müslüman görünen.
nasihat:
öğüt; doğruya, iyiye, gü-
zele sevk etmek için yapılan ko-
nuşma.
nifak:
ikiyüzlülük, münafıklık.
rapt ve nazmetme:
bağlanma ve
düzene koyma.
sefahat:
yasak şeylere, zevk ve
eğlenceye aşırı derecede düşkün-
lük.
tazammun:
ihtiva etme, içine al-
ma, içinde bulundurma.
temerrüt:
inat etme, karşı koyma,
hakkı kabulde direnme, inatçılık,
dikbaşlılık.
vakta ki:
ne vakit ki, ne zaman ki,
o zaman ki, olduğu vakit.
vazife:
dinî mükellefiyet, yüküm-
lülük.
âdet:
görenek, usul, alışkanlık.
arz:
yer, dünya.
atıf:
bir kelime veya cümle-
nin, önceki kelime veya cüm-
leye bağlanması.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
batıl:
dinde yeri olmayan, di-
nî hükümlere zıt.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
cehalet:
cahillik, ilimden yok-
sun olma, İlahî hakikatlerden
habersiz olma.
cihet:
yön, sebep, vesile.
cihet-i irtibat:
bağlantı yönü,
bağlılık bakımından.
cihetü’l-vahdet:
birlik yönü.
cinayet:
cana kıyma, katl ve-
ya bu derecede ağır bir suç.
cumhur-i nâs:
insanların ço-
ğunluğu.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
emr-i bilmaruf ve nehy-i
ani’l-münker:
iyiliği emretme
ve kötülükten menetme, sa-
kındırma.
enaniyet-i cahiliye:
cahillik-
ten kaynaklanan kibir, benlik.
farz-ı kifaye:
bir kısım Müslü-
manların yerine getirmesiyle,
diğerlerinin üzerinden kalkan
farzlar.
1.
“Halkın imana geldiği gibi siz de imana gelin” denildiği zaman. (Bakara Suresi: 13.)
2.
“Süfeha takımının imana geldiği gibi biz de mi imana geleceğiz?” dediler. (Bakara Suresi: 13.)
İşaratü’l-İ’caz | 161 |
m
ünafıklar
B
ahSi