•
İkincisi
:
Nifakıintaçeden,garaz,gurur,tekebbür-
dür.
•
üçüncüsü
:
İslâmiyet,ehl-idünyaveashab-ımeratip
ellerindetahakkümvetagallübevesileolamaz.Ancak
sairdinlerinhilâfınaolarak,ehl-ifakrvehacetelinde,ih-
kak-ıhakiçin,kırılmazelmasbirkılıçtır.Bu hakikate ta-
rih güzel bir şahittir.
(1)
o
ABÉ n
¡n
Ø° t
ùdG o
ºo
g r
ºo
¡s
fp
G B
'
’n
G
: Bilinmesi lâzımdır ki, kur’ân-ı
kerîm’in nifakın aleyhine kesretle yaptığı şiddetli tehdit-
ler ve takbihlerin sebebi, ancak ve ancak âlem-i İslâm’ın
nifak şubelerinden gördüğü darbelerdir.
(2)
B
'
’n
G
, ikaz aleti olup, sefahatlerini teşhir ve efkâr-ı
ammeyi sefahatlerine istişhat etmek için zikredilmiştir.
Hakikati göstermek için bir âyine ve hakikate delâlet
için bir delil vazifesini gören
(3)
s
¿p
G
lisan-ı hâliyle, “Hakika-
te bakınız. onların zahirî safsatalarının aslı yoktur; al-
danmayınız” diyor.
Hasrı ifade eden
(4)
r
ºo
g
kelimesi, nefislerine iddia ettik-
leri tezkiyeyi red ve mü’minlere isnat ettikleri sefahati
defeder. Yani, bir lezzet-i fâniye için ahiretini terk eden
sefihtir; bâkî bir mülkü hevesat-ı fâniyesinin terkiyle sa-
tın alan sefih değildir.
ahiret:
öbür dünya, ikinci hayat.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
aleyh:
ona karşı, onun üzerine.
ashab-ı meratip:
mertebe, dere-
ce sahipleri; yüksek ve kâmil in-
sanlar.
def:
ortadan kaldırma, yok etme,
giderme.
delâlet:
delil olma, gösterme; alâ-
met, işaret.
delil:
iz, nişan, emare.
efkâr-ı amme:
genelin, umumun,
düşünceleri, umuma ait düşünce,
kamuoyu.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dün-
ya adamı, ahireti düşünmeyen.
ehl-i fakr ve hacet:
fakir ve ihti-
yaç sahibi kimseler.
elmas:
çok kıymetli bir mücevher.
garaz:
kötü kasıt, düşmanca ni-
yet, kin.
gurur:
kibir, böbürlenme.
hakikat:
gerçek, esas.
hasr:
umumîlikten çıkarma, sınır-
lama.
hilâfına:
zıddına, tersine, aksine.
iddia:
bir fikri ısrarla savunma, da-
va etme.
ihkak-ı hak:
haklıya hakkını ver-
me, hakkı usûlü dairesinde yerine
getirme.
ikaz:
aklını başına toplatma, gözü-
nü açtırma.
intaç:
netice verme, sonuçlandır-
ma.
isnat:
dayandırma, mal etme, bir
şeyi bir kimseye ait gösterme.
istişhat:
şahit gösterme, birisinin
şahitliğini isteme.
kesret:
çokluk.
lezzet-i fânîye:
fânî, geçici olan
lezzet ve zevk.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
mü’min:
iman eden, inanan.
nefis:
kişinin kendisi, iyiliğe de kö-
tülüğe de meyli olan duygu.
nifak:
ikiyüzlülük, münafıklık.
red:
kabul etmeme.
safsata:
boş, temelsiz, asılsız
söz.
sair:
diğer, başka, öteki.
sefahat:
faydayı zararı ayırt
edememe, sefihlik.
sefih:
faydayı ve zararı ayır-
detme yeteneğinden mah-
rum, beyinsiz.
şube:
bölüm, kısım, takım.
tagallüp:
zorbalık, zorla hü-
küm sürme.
tahakküm:
hüküm sürme.
takbih:
çirkin görme, ayıpla-
ma, kınama.
tehdit:
korkutma, gözdağı
verme.
tekebbür:
kibirlenme, büyük-
lük satma.
teşhir:
ilân etme, herkese du-
yurma, gösterme.
tezkiye:
nefsi temizleme, kö-
tülüklerden arındırma.
vesile:
bahane, sebep.
zahirî:
görünüşte olan; zahire,
dışa ait olan.
zikir:
anma, bildirme.
1.
İyi bilin ki asıl süfeha takımı kendileridir. (Bakara Suresi: 13.)
2.
İyi bilin. (Bakara Suresi: 13.)
3.
Muhakkak. (Bakara Suresi: 13.)
4.
Onlar. (Bakara Suresi: 13.)
B
akara
S
ureSi
| 166 | İşaratü’l-İ’caz