(1)
'
‹p
G
kelimesinin
(2)
Gr
ƒn
?n
N
kelimesiyle, daha uygun olan
(3)
n
™n
e
kelimesine tercihen zikredilmesi, iki şey içindir:
Bi-
risi
, acz ve zaafları yüzünden iltica etmeye mecbur olma-
larıdır;
ikincisi
, fitne ve ifsat iktizasıyla, mü’minlerin
sırlarını kâfirlere isal etmektir. Bu iki manayı
n
™n
e
ifade
edemez.
(4)
r
ºp
¡p
æ«/
WÉn
«n
°T
: Bu ünvan, reislerinin şeytanlar gibi gizle-
nip vesveseleri ilka ettiklerine ve şeytanlar kadar muzır
olduklarına ve şeytanlar gibi şerden maada bir şey tasav-
vur etmediklerine işarettir.
(5)
r
ºo
µ`n
©n
e És
fp
G BGƒo
dÉn
b
: Yani, “
Sizinleberaberiz
.” Bu cümle
ile nefislerinin tezkiyesine, ahitlerinin tecdidine, meslek-
lerinde sabit kaldıklarına işaret etmişlerdir.
Yalnız, bu cümlenin muhataplarında münafıkların
münkirleri bulunmadığı hâlde, cümle te’kitleştirilmiştir.
(6)
És
æ`n
e'
G BGƒo
dÉn
b Gƒo
æ`n
e'
G n
øj/
òs
dG Gƒo
?n
d Gn
Pp
Gn
h
cümlesinin muhatapları
hep münkir oldukları hâlde, cümle te’kitsiz bırakılmıştır.
Bunun sebebi, birinci cümleyi, şevksiz, aşksız, ikinci
cümleyi ise aşk ve şevkle söylediklerine işarettir. Şeytan-
larına söyledikleri cümleyi ismiye şeklinde, mü’minlere
karşı söylediklerini cümle-i fiiliye suretinde zikretmeleri,
maksatlarının burada ahitlerine sabit ve devamlı kaldıkla-
rını ispat ettiklerine, orada ise yalnız imana geldiklerini
ihdas ettiklerine işarettir.
kâr eden, dinsiz.
maada:
başka, gayri, -den başka.
maksat:
kastedilen şey; gaye.
meslek:
tarz, davranış.
muhatap:
kendisine hitap olunan.
muzır:
zararlı, zarar veren.
mü’min:
iman eden, inanan.
münafık:
nifak sokan, ara bozucu;
kalbinde küfrü gizlediği halde
Müslüman görünen.
münkir:
inkâr eden, kabul etme-
yen.
nefis:
kişinin kendisi, iyiliğe de kö-
tülüğe de meyli olan duygu.
reis:
baş, başkan, amir, bir toplu-
luğun en üst idarecisi.
sabit:
durağan, değişmeyen.
sır:
manevî hakikat ve marifetler.
suret:
biçim, tarz.
şer:
kötülük.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şekil-
lendirme, düşünme.
te’kit:
kuvvetlendirme, sağlamlaş-
tırma.
tecdit:
yenileme, tazeleme.
tercihen:
tercih ederek, isteyerek,
üstün tutarak.
tezkiye:
temizleme, arıtma.
ünvan:
ad, isim, lâkap.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kalbe
gelen asılsız kötü ve sinsi düşün-
ce.
zaaf:
zayıflık, kuvvetsizlik, der-
mansızlık.
zikir:
anma, bildirme.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ahit:
söz verme.
aşk:
şiddetli sevgi, sevda, gö-
nül verme.
cümle-i fiiliye:
.
cümle-i ismiye:
isim cümlesi.
fitne:
karışıklık, bozgunculuk.
ifsat:
fesada uğratma, bozma,
karışıklık çıkarma.
ihdas:
yeniden bir şey yapma,
ortaya koyma.
iktiza:
lâzım gelme, gerekme.
ilka:
telkin etme, ilham etme.
iltica:
sığınma, güvenme, da-
yanma.
iman:
inanç, itikat.
isal:
ulaştırma, eriştirme.
ismiye:
ismî, isimle ilgili.
ispat:
delil göstererek iddiayı
sağlamlaştırma.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti in-
1.
Beraberken, birlikteyken. (Bakara Suresi: 14.)
2.
Başbaşa kaldılar. (Bakara Suresi: 14.)
3.
… ile beraber, birlikte.
4.
Şeytanları. (Bakara Suresi: 14.)
5.
"Muhakkak sizinle beraberiz” derler. (Bakara Suresi: 14.)
6.
İman edenlere rastgeldikleri zaman, “İman ettik” derler. (Bakara Suresi: 14.)
İşaratü’l-İ’caz | 173 |
m
ünafıklar
B
ahSi