(1)
o
ABÉ n
¡n
Ø° t
ùdG n
øn
e'
G Én
ªn
c o
øp
erD
ƒo
fn
G BGƒo
dÉn
b
: Yani, “
Bizlernasihatle-
rikabuletmiyoruz.şumiskinlerincemaatinenasılgire-
ceğiz.Bizimgibiashab-ıcâhvemertebeonlarakıyas
edilemez
”
(2)
BGƒo
dÉn
b
nefislerini tezkiye, mesleklerini terviç, nasihat-
ten istiğna, mağrurâne dava şeklinde müdafaa etmeleri-
ne işarettir.
İnkârî bir istifhamı ifade eden
(3)
o
øp
erD
ƒo
fn
G
kelimesi, onla-
rın cehalette gösterdikleri temerrüt ve inada işarettir.
sanki onlar, istifhamla nasihat edene soruyorlar ki:
“Mesleğimizi terk etmemize senin vicdanın razı olup, in-
safın kabul eder mi?”
Sual:
onlar o sözlerinde kimleri muhatap etmişlerdir?
Elcevap:
evvelen nefislerine, saniyen ebna-i cinsleri-
ne, salisen nasihat edenlere tevcih-i hitap etmişlerdir.
evet, birisine nasihat yapan adam, evvelâ nefsine mü-
racaat eder, sonra arkadaşlarıyla konuşur. sonra nasihat
ettiğine döner, yaptığı müracaatların neticesini ona söy-
ler.
Buna binaen, vakta ki münafıklar imana davet edildi-
ler; onlar fesada uğramış kalblerine, tefessüh etmiş vic-
danlarına müracaatta bulundular. İnkâr cevabını aldıkları
için, kalblerindeki şeyi dışarıya verdiler. sonra ifsat arka-
daşlarına müracaat ettiler; yine inkâr cevabını alarak,
ashab-ı câh:
itibar sahipleri, ma-
kam sahipleri.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
cehalet:
cahillik, ilimden yoksun
olma, İlâhî hakikatlerden habersiz
olma.
cemaat:
topluluk, aralarında çeşit-
li bağlar bulunan insanlar toplulu-
ğu.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
ebna-i cins:
kendi cinsinden olan-
lar.
evvelâ:
öncelikle.
evvelen:
evvelâ, birinci, ilk olarak.
fesat:
bozukluk, karışıklık, nifak.
ifsat:
fesada uğratma, bozma, ka-
rışıklık çıkarma.
iman:
inanma, inanç, itikat, tasdik.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
inkârî:
inkâr gibi, inkârı akla geti-
ren.
insaf:
hakkı teslim esasına daya-
nan ılımlı davranış, vicdana uygun
davranış.
istifham:
zihni işgal eden soru.
istiğna:
ihtiyaçsızlık, gerek duy-
mazlık.
kıyas:
karşılaştırma, oranlama.
mağrurâne:
gururlu bir şekilde,
kendini beğenerek.
mertebe:
rütbe, paye.
meslek:
tarz, davranış.
miskin:
fakir, yoksul, kendi kendi-
ni idare edemeyen, mal ve mülkü
hiç olmayan kimse.
muhatap:
kendisine hitap olunan.
müdafaa:
savunma.
münafık:
nifak sokan, ara bozucu;
kalbinde küfrü gizlediği hâlde
Müslüman görünen.
müracaat:
başvurma, danış-
ma; başvuru.
nasihat:
öğüt; doğruya, iyiye,
güzele sevk etmek için yapı-
lan konuşma.
nefis:
kişinin kendisi, iyiliğe de
kötülüğe de meyli olan duy-
gu.
razı:
rıza gösteren, hoşnut
olan.
salisen:
üçüncü olarak.
saniyen:
ikinci olarak.
sual:
soru.
tefessüh:
çürüme, çürüyüp
dağılma, bozulma, kokuşma.
temerrüt:
inatçılık, hakkı ka-
bulde direnme.
terviç:
revaç verme, kıymet
ve değerini arttırma.
tevcih-i hitap:
bir kimseye
söz yöneltme.
tezkiye:
nefsi temizleme, kö-
tülüklerden arındırma.
vakta ki:
ne vakit ki, ne za-
man ki, o zaman ki, olduğu
vakit.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı
şerden ayırt etmeye yardımcı
olan ahlâkî duygu.
1.
“Süfeha takımının imana geldiği gibi biz de mi imana geleceğiz?” dediler. (Bakara Suresi: 13.)
2.
Dediler. (Bakara Suresi: 13.)
3.
İman mı edeceğiz? (Bakara Suresi: 13.)
B
akara
S
ureSi
| 164 | İşaratü’l-İ’caz