o
ør
ën
f Én
ªs
fp
G BGƒo
dÉn
b ¢p
Vr
Qn
’r
G ?p
a Gho
ó°p
ùr
Øo
J n
’ r
ºo
¡n
d n
?«/
b Gn
Pp
Gn
h
(1)
n
¿ho
ôo
©°r
ûn
j n
’ r
øp
µ`'
dn
h n
¿ho
ó°p
ùr
Øo
ªr
dG o
ºo
g r
ºo
¡s
fp
G B
n
’n
G @ n
¿ƒo
ëp
?°r
üo
e
Buayetinevvelkiayetlevech-iirtibatı:
Vakta ki münafıkların nifakından neş’et eden cinayet-
lerinin birincisini teşkil eden nefislerine zulmetmekle hu-
kukullaha tecavüzleri olan cinayet zikredildikten sonra,
mezkûr cinayetlerinin ikincisini teşkil eden hukuk-i ibada
tecavüz etmekle aralarına fesat ilka etmek cinayetleri da-
hi mevki-i münasipte zikredilmiştir.
sonra,
(2)
n
?«/
b Gn
Pp
Gn
h
cümlesi, münafıkların kıssasına ve
hikâyesine dâhil olduğu cihetle,
(3)
o
?ƒo
?n
j r
øn
e p
¢SÉs
ædG n
øp
en
h
’de-
ki
(4)
o
?ƒo
?n
j
’ye bağlıdır, mana ve mealce
(5)
n
¿ƒo
Yp
OÉn
îo
j
’ye
nazırdır, haddizatında dahi
(6)
n
¿ƒo
Hp
òr
µ`n
j
’ye merbuttur.
üslûbun tağyiri ise, yani kaziye-i hamliye yerine kazi-
ye-i şartiyenin iradı,
n
¿ƒo
Hp
òr
µ`n
j
ile
n
?«/
b Gn
Pp
Gn
h
arasında birkaç
cümlenin mukadder olduğuna bir emaredir.
takdir-i kelâm şöyle olsa gerektir: Yalan söyledikleri
zaman, fitneyi ika ediyorlar. Fitneyi ika ettikleri zaman,
ifsat ediyorlar. nasihat edildikleri vakit, kabul etmiyorlar.
“Fesat yapmayın” denildiği zaman, “Biz ancak ıslaha ça-
lışıyoruz” diyorlar.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
cihet:
yön.
cinayet:
cana kıyma, katl veya bu
derecede ağır bir suç.
dâhil:
içeri, iç.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
evvel:
önce.
fesat:
bozukluk, karışıklık, nifak.
fitne:
karışıklık, bozgunculuk az-
gınlık, baştan çıkarma, azdırma.
haddizatında:
aslında, esasen.
hukuk-i ibad:
kul hakkı, insanla-
rın hukuku.
hukukullah:
Allah’ın hukuku.
ıslah:
iyi duruma getirme, iyileş-
tirme, düzeltme.
ifsat:
fesada uğratma, bozma, ka-
rışıklık çıkarma.
ika:
vuku buldurma, yapma, yap-
tırma.
ilka:
bırakma, atma, koyma.
irad:
getirme, söyleme.
kaziye-i hamliye:
yüklemli kazi-
ye.
kaziye-i şartiye:
şarta dayalı hü-
küm.
kıssa:
ibret verici hikâye.
meal:
mana, anlam, mefhum.
merbut:
bağlı, rabtedilmiş.
mevki-i münasip:
uygun yer.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
mukadder:
takdir edilmiş.
münafık:
nifak sokan, ara bozucu;
kalbinde küfrü gizlediği hâlde
Müslüman görünen.
nasihat:
öğüt; doğruya, iyiye, gü-
zele sevk etmek için yapılan ko-
nuşma.
nazır:
nezaret eden, bakan, göze-
ten.
nefis:
kişinin kendisi, iyiliğe de kö-
tülüğe de meyli olan duygu.
neş’et:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
nifak:
ikiyüzlülük, münafıklık.
tağyir:
başkalaştırma, değiş-
tirme.
takdir-i kelâm:
sözün kıyme-
ti.
tecavüz:
haddini aşma, söz ve
harekette ileri gitme.
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me.
üslûp:
ifade yolu, kendine has
ifade veya yazı tarzı.
vakta ki:
ne vakit ki, ne za-
man ki, o zaman ki, olduğu
vakit.
vech-i irtibat:
bağlılık yönü,
aradaki ilişki bağı.
zikir:
anma, bildirme.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
1.
Onlara “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” dendiği zaman, “Biz ancak ıslah ediciyiz” derler. •
Dikkat edin, asıl bozguncular onlardır; fakat farkında değildirler. (Bakara Suresi: 11-12.)
2.
Denildiği zaman. (Bakara Suresi: 11.)
3.
İnsanlardan şöyle diyenler vardır. (Bakara Suresi: 8.)
4.
Diyenler. (Bakara Suresi: 8.)
5.
Aldatmaya çalışırlar. (Bakara Suresi: 9.)
6.
Yalan söylerler. (Bakara Suresi: 10.)
B
akara
S
ureSi
| 154 | İşaratü’l-İ’caz