o hakikat-i uzma ki, nısf-ı küre-i arzda meknuz uruk-i
zehep gibi bir köşe ile tecelli etmiş; ve yeni bir şule, o ha-
kikatin tamamen keşfine bir beşarettir. Hem de kuvve-
den fiile çıkmış bu parça İttihad-ı Muhammedî, kàrulasa
gibi, mü’minleri ikazla, şevk-i vicdanî ile tarik-ı terakkide
kâbe-i kemalâta doğru sevk edecektir. zira, bu zamanda
i’lâ-i kelimetullahın en büyük sebebi maddeten ve manen
terakki etmektir. Çünkü ecnebiler terakki ile bize galebe
çaldılar. Biz de muhalefet-i şeriat ve sû-i ahlâkımızla on-
lara yardım ettik.
Şimdi bize lâzım o silsile-i müteselsile-i nuranî ki, me-
rakiz-i İslâmiyeyi birbirine raptetmiş ve silsilelerin sükûn
ve sükûnetleriyle gaflet ettik, anlayamadık, istifade ede-
medik; onları ihtizaza getirmektir. Ve uhuvvet çekirde-
ğinde mündemiç olan muhabbete, Şecere-i tuba gibi,
neşvünema vermektir. Ve hamiyet-i İslâmiyeyi galeyana
getirmekle imtizaç ve ittihad-ı anasırın husulüyle kuvvet
ve marifeti tevlit etmektir.
sadetten çıktık. ne yapayım, şimdi hayalime geldi.
Şöyle ki: Amir ve hâkim vicdanî olmalı. Yoksa daima is-
tibdadın taht-ı tahakkümünde bulunacağız. Amir-i vicda-
nî de tenevvür-i fikre tevakkuf eder. tenevvür-i fikir ise
umumda ya marifet-i âmm veya medeniyet-i tam veya
İslâmiyet’in hissiyle olacaktır. Hâlbuki binden on tane,
medeniyet veya marifetle münevverü’l-fikirdir. Bu ise
aheng-i terakkiyi ihlâl eder. Aheng-i ıttıradî için nure’n-
nur olan din-i İslâm’ı menar ve rehber etmeliyiz. Ancak
tâ herkes de münevverü’l-fikir gibi olsun. zira hiss-i din
aheng-i ıttıradî:
sıra ile birbirini ta-
kip eden, intizamlı, ritmik ahenk,
uyum.
aheng-i terakki:
ilerlemenin
ahengi, ilerlemedeki uyum ve dü-
zen.
amir:
emreden, emir sahibi.
amir-i vicdanî:
vicdana ait emre-
dici.
beşaret:
müjde, müjdelemek.
din-i islâm:
İslâm dini.
ecnebi:
yabancı.
fiil:
iş, hareket.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesizlik,
Allah’tan uzaklaşıp nefsin arzuları-
na dalmak.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
galeyan:
coşma, çalkalanma, az-
gınlık.
hakikat:
gerçek, doğruluk.
hakikat-i uzma:
en büyük haki-
kat, gerçek.
hâkim:
hükmeden.
hamiyet-i islâmiye:
İslâmiyete ait
olan duygu ve bağların korunma
çabası.
hiss-i din:
din duygusu.
husul:
olma, meydana gelme.
i’lâ-i kelimetullah:
Allah’ın ismini,
davasını yüceltmek, yaymak.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
ihtizaz:
titreme, harekete geçir-
me.
imtizaç ve ittihad-ı anasır:
millet-
lerin birleşmesi, birbirleriyle
uyumlu olması.
istibdat:
baskı, baskıcı yönetim,
kendi başına ve hiç bir nizama ve
kanuna bağlı olmadan yönetme,
keyfî idare sistemi.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
ittihad-ı muhammedî:
Süheyl Pa-
şa, Mehmed Sadık, Ferik Rıza Paşa,
Derviş Vahdeti ve arkadaşları tara-
fından İstanbul’da 5 Nisan 1909 ta-
rihinde kurulan bir cemiyet..
kâbe-i kemalât:
mükemmellikler
Kâbe’si, güzelliklerin merkezi.
kàrulasâ:
hatayı hatırlatmak için
işaretle ikaz etme.
kuvve:
gerçekleşmemiş, fakat
gerçekleşme imkânı ve ihtimali
olan potansiyel.
maddeten:
madde ve cisim ola-
rak.
manen:
mana bakımından, mana-
ca.
marifet:
bilme, derin bilgi.
marifet-i âmm:
kuşatıcı, kapsamlı
bilgi.
medeniyet-i tam:
her yönüyle
tammedeniyet.
meknuz:
gizlenmiş, yere gömülü.
menar:
yol gösteren, deniz feneri.
merakiz-i islâmiye:
İslâmî mer-
kezler.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muhalefet-i şeriat:
şeriata
muhalefet etme.
mündemiç:
bir şeyin içinde
bulunan, saklı olan.
münevverü’l-fikir:
aydın fikir-
li.
neşvünema:
yayılıp genişle-
me, büyüyüp gelişme.
nısf-ı küre-i arz:
yeryüzünün
yarısı.
nure’n-nur:
nurun nuru.
raptetmek:
bağlamak.
sadet:
asıl konu.
silsile:
zincir.
silsile-i müteselsile-i nuranî:
art arda devam eden nurlu
zincir.
sû-i ahlâk:
ahlâk kötülüğü,
kötü ahlâk.
sükûn:
dinme, kesilme.
sükûnet:
dinme, durma, kesil-
me, azalma.
Şecere-i Tuba:
cennetteki Tu-
ba Ağacı.
şevk-i vicdanî:
vicdandan ge-
len istek, arzu.
şule:
parıltı, ışıltı; alev, ateş.
taht-ı tahakküm:
baskı altın-
da.
tarik-ı terakki:
ilerleme yolu.
tecelli:
belirme, görünme.
tenevvür-i fikir:
düşüncenin
aydınlanması.
terakki:
yükselme, ilerleme.
tevakkuf:
durma.
tevlit:
doğurma, sebep olma.
uhuvvet:
kardeşlik.
umum:
bütün, herkes.
uruk-i zehep:
altın damarları.
vicdanî:
vicdanla ilgili, kalbî.
m
akalâT
| 90 |
Eski said dönEmi EsErlEri