Amma, hürriyet-i mutlaka vahşet-i mutlakadır, belki
hayvanlıktır. İnkıyad-ı vicdan ile, ahkâm-ı şer’î ile takay-
yüt, hürriyette tekemmüldür; münafi değil.
Amma, levazım-ı medeniyet dediğiniz bazı zünup ve
mesavi-i medeniyeti çocukluk tabiatıyla, heva ve hevesle
aldatıcı mehasin zannedersiniz. Hâlbuki, asel-i müsem-
mem gibi aldatıcıdır. Medeniyetin hiçbir mehasin-i haki-
kîsi yoktur ki, şeriatta sarahaten veya istilzamen veya iz-
nen o veya daha ahseni bulunmasın.
Hem de, bazı lâubalîler hür yaşamak istemediklerin-
den, nefs-i emmarenin istibdat ve esaret-i rezilesinin al-
tına girmek istiyorlar.
elhâsıl
: Şeriat dairesinden hariç olan hürriyet, ya baş-
ka kalıpta istibdat veya esaret-i nefis veya vahşet-i hay-
vaniyedir. Böyle lâubalîler iyi bilsinler ki, diyanetsizlikle,
sefahatle hiç sahib-i vicdan bir ecnebîye kendilerini sev-
diremezler, benzettiremezler. zira mesleksiz ve sefih se-
vilmez ve erkeğe karı libası yakışmaz.
Ve h i m
“Bu cemiyet sair cemiyat-ı diniye ile şakku’l-asâdır.
rekabet ve nefreti intaç eder.”
İr ş a t
evvelâ
: Umur-i uhreviyede haset ve müzahemet ve
münakaşat olmadığından, bu cemiyetlerden hangisi mü-
nakaşa ve rekabete kalkışsa, ibadette riya ve nifak etmiş
gibidir.
istilzamen:
lüzumlu görerek.
iznen:
izin yoluyla.
levazım-ı medeniyet:
medeniye-
te lâzım olan şeyler, medeniyetin
ihtiyaçları.
libas:
elbise.
mehasin:
güzellikler, iyilikler.
mehasin-i hakikî:
asıl güzellikler.
mesavi-i medeniyet:
medeniye-
tin fenalıkları, kötülükleri.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
münafi:
zıt, aykırı.
münakaşa:
tartışma.
münakaşat:
münakaşalar, tartış-
malar.
müzahemet:
birbirine zahmet
verme, itişip didişme.
nefs-i emmare:
insana kötü ve
günah işlerin yapılmasını emreden
nefis.
nifak:
ikiyüzlülük; bozgunculuk.
riya:
özü sözü bir olmamak, inan-
dığı gibi hareket etmeyiş, iki yüz-
lülük.
sahib-i vicdan:
vicdan sahibi.
sair:
diğer, başka, öteki.
sarahaten:
açıkça, açıktan açığa.
sefahat:
zevk, eğlence ve yasak
şeylere düşkünlük, sefihlik.
sefih:
gösterişe, zevk ve eğlence-
ye aşırı düşkün; faydayı zararı
ayırdetme yeteneğinden mah-
rum.
şakku’l-asâ:
huzur ve güvenin,
asayişin bozulması, huzursuzluk;
ayrılmışlık, bölünmüşlük.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi.
tabiat:
yapı, huy, karakter.
takayyüt:
bağlanma, bağlı olma.
tekemmül:
olgunlaşma, kemale
erme, mükemmelleşme.
umur-i uhreviye:
ahirete ait işler.
vahşet-i hayvaniye:
hayvanca bir
vahşet, barbarlık.
vahşet-i mutlaka:
tam bir vahşî-
lik, barbarlık.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve esas-
sız düşünce.
zünup:
günahlar.
ahkâm-ı Şer’î:
şeriatın emret-
tiği hükümler, esaslar.
ahsen:
daha (en) güzel.
asel-i müsemmem:
zehirli
bal.
cemiyat-ı diniye:
dinî cemi-
yetler.
cemiyet:
topluluk, birlik.
diyanet:
dinî emirlere uyma,
dindarlık.
ecnebi:
yabancı.
elhâsıl:
hâsılı, netice itibarıyla,
kısaca.
esaret-i nefis:
nefsin esiri ol-
ma.
esaret-i rezile:
rezil bir şekilde
esir olma.
evvelâ:
birinci olarak, her şey-
den önce, ilk olarak.
hariç:
bir şeyin dışında kalma.
haset:
kıskançlık, çekeme-
mezlik.
heva:
nefsin hoşuna giden za-
rarlı ve günah olan istek ve ar-
zular.
heves:
nefsin hoşuna giden,
gelip geçici istek.
hürriyet-i mutlaka:
mutlak
hürriyet, tam özgürlük.
inkıyad-ı vicdan:
vicdanın bo-
yun eğmesi, vicdanen kabul-
lenme.
intaç:
netice verme, sonuçlan-
dırma.
irşat:
doğru yolu gösterme,
gafletten uyandırma.
istibdat:
baskı, baskıcı yöne-
tim, kendi başına ve hiç bir ni-
zama ve kanuna bağlı olma-
dan yönetme, keyfî idare sis-
temi.
istibdat:
kendi başına ve hiç
bir nizama ve kanuna bağlı ol-
madan yönetme, keyfî idare
sistemi.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 93 |
m
akalâT